Milli mücadelenin ilk yıllarında, bozkırın ortasında Osmanlı’nın unuttuğu sahipsiz çorak ve dağlık arazi üzerinde, Türklerin Anadolu’ya Malazgirt’ le yeniden girdikleri dönemde kurulan Ankara Devletine başkentlik yapmış, fakat sonradan yalnızlığa terk edilmiş kendi halinde, ticari güzergahlarla uzaktan yakından alakası olmayan küçük bir Anadolu şehri görünümünde,
Her bakımdan çökmüş Dünya imparatorluğunun küllerini yeniden alevlendirerek bir dirilişin, top yekun Türk Milletinin kurtuluşunun simgesi olduğu için 13 Ekim 1923 de başkent olmuş, ancak o tarihi günün farkına varamamış hatta başkent olmanın gururunu yaşayamamıştı bu yorgun şehir.
Öyle ki 29 Ekim günü Cumhuriyet İlan edildiğinde, daha fazla kendini tutamamış, bağrına bastığı Mavi gözlü Bozkurd’ un azametiyle ve kanı pahasına elde ettiği göğsündeki madalyanın şerefiyle muzaffer bir kumandan edasıyla coşuyordu Anadolu’nun kalbinden.
Hak etmemiş miydi biraz övünmeyi kurtuluşun kalesi,
Aslında, Milli Mücadele boyunca O olmuştu cesaretin hikâyesi,
Şairin söylediği gibi, bir şiir dizesi…
‘’ Seni görmek ister her bahtı kara,
Senden yardım umar her düşen dara,
Yetersin onlara güzel Ankara.
Yurduma göz diken başlar eğilsin,
Türk gücü orada her gücü yensin,
Yoktan var edilmiş ilk şehir sensin,
Var olsun toprağın taşın Ankara. ‘’
Bu veciz millet makuz talihini Ankara’da yenmiş, Yeniden tarih yazıyordu öncekilerin üzerine geçmişini unutmadan,
Yeniden millet oluyordu Ceddinden utanmadan,
Ahde vefasız kurulur muydu bu devlet Ankara olmadan.
Büyük Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu o gün Mustafa Kemal yakın arkadaşlarına şöyle diyordu;
’’Arkadaşlar biliyorsunuz bu Millet bir daha 30 Ekimler yaşamasın diye 29 Ekim’de Cumhuriyeti ilan ettik, Bilinmelidir ki biz bu gün Cumhuriyeti ilan ederek Mondros’un da öcünü almış olduk.’’
(Mondros ateşkes antlaşması 30 Ekim 1918)