ANZAVUR KAPANDA
İyi bir tesadüf, Ali çetesi Dimetoka’dan çıkmış, Karabiga caddesine doğru ilerlemektedir. İki çete bu yol üzerinde karşılaşıyorlar. Tam bu sırada Adliye köyü tarafından bir süvari kafilesinin geldiğini görürler ve kendilerini yolun alt kısmındaki hendeğe atıp beklemeye başlarlar. Süvariler tam yaklaştığında Ali, Anzavur’ u tanır gibi olur. Hemen atlar, süvarilerden üçü bunların hareketini görerek karşıdaki hendeğe girer ve karşılıklı ateş faslı başlar. Mehmet ile Ali, işi iyice kavrayamadıklarından biran ateşi kesip karşı hendeğe seslenir. Karşıdakilerin kim olduğunu anlayamamıştır.
“kimsiniz? Kimlerdensiniz?”
Cevap;
“Anzavur Ahmet paşayı tanımadınız mı? Defolun oradan!”
Ali ve Mehmet bu sesi tanırlar. Bu, eskiden beri Anzavur’ a arkadaşlık eden, onun her isyanına, her tertibine tanıklık eden, gece, gündüz yanından ayrılmayan Dereköy’ ünden Selim efendidir.
Ali ve Mehmet buna sevinirler,
“biz de sizi arıyorduk! Gökte ararken yerde bulduk! Bizim kellemizi getirene beşyüz lira vermeyi vadetmişsiniz, işte ikimizin de beklediği an, gelin alın kellemizi! Görelim sizi.
Bundan sonra çatışma başlar, her iki taraf birbirine yaylım ateşi açar. Silah seslerinden ürküp kaçan Anzavur’ nu atını biraz ötede Ali’ nin adamları yakalar.
Arkada duran Anzavur’ un muhafız süvarileri de kaçmıştır.
Yolun batısında Ali ve Mehmet çetesiyle, doğusunda Anzavur, yaveri ve Selim efendi bulunuyor. Aradaki yol iki grubu ayırıyor, bir yandan ateş ediyorlar, bir yandan da ağız dolusu küfürler ediyorlar birbirlerine.
Ancak Anzavur’ un bulunduğu yer Mehmet’ in bulunduğu yerden yüksek olduğundan haliyle bu fark Ali ve Mehmet’ in aleyhine dönmeye ve Anzavur’ a üstünlük sağlamaya başlamıştır.
Karşı taraf onları yukarıdan görerek ateşe başlayınca Ali ile Mehmet zor duruma düştüklerini anlıyorlar.
Her ne pahasına olursa olsun buradan kurtulmak, duruma hakim olmak gerekiyor. Bunun çaresine bakmalı, ama nasıl?
İki arkadaş bir yandan ateş ediyor, bir yandan da bunu konuşurken,
Mehmet;
“sen burada kal Ali, Ben gidiyorum, diyor!”
Ali anlamıyor;
“nereye gidiyorsun?” diye soruyor,
Mehmet;
“başka çaresi yoktur” diyor ve sürünerek Anzavur un yan tarafına doğru geçiyor, yolun üzerinden top gibi diğer tarafa yuvarlanarak mevzileniyor. Bu suretle Anzavur’ u yandan ateş altına alınca, yaver Şevki durumun kötüleştiğini görüp, atına atlayıp kaçmaya yelteniyor. Mehmet gibi bir çeteciden böyle hedef kaçar mı? Yaver Şevki’ yi tek kurşunla yere seriyor. Onun ölümüyle soğukkanlılığını biraz daha yitiren Selim de, az sonra yediği kurşunla ölüyor.
Anzavur tek başına kaldığı halde inatla vuruşmaya devam ediyor, vakit kazanmaya çalışıyor. Tek ümidi, Biga’ dan ve Dimetoka nahiyesinden silah seslerini işiterek Yunanlıların yardıma gelmeleridir.
Aynı şekilde düşünen Mehmet efe, Anzavur’ a karşı beklemediği bir hamle yaparak ilk kurşunla sağ kolundan, ikinci kurşunla sol bacağından Anzavur’ u vuruyor. Silahı elinden düşen Anzavur yuvarlanınca üzerine çullanıyorlar. Bu üç cesedi de alıp yunan bölgesine kaçırıyorlar. Bu çatışmada Mehmet’ de Anzavur’ un silahından çıkan kurşunla yaralanmıştır. Çingene Ali ve Mehmet’ e yapılan amansız takip sonunda, Ali çetesiyle Lapseki dağlarına çekiliyor. Mehmet’ de yaralı olarak Karabiga’ lı Halit bey tarafından gizlice İstanbul’ a gönderiliyor.
Mehmet Milli teşkilat tarafından tedavi ettirilerek İzmit’ e gönderilir ve bir süre İzmit’ te Halit paşa’ nın yanında kalıyor.
Tekrar iki subayla teşkilat için Biga’ ya gelir, çingene Ali çetesi de yunanlılar denize dökülünceye kadar savaşmaya devam eder ve onların arkasından son kurşunu atarak Biga’ da resmi hükümet teşekkül edilince silahını bırakır.
Yeniçiftlik köyünden Mehmet’ in adı, sadece Mehmet efe değil, Anzavur’ u öldürdükten sonra, Anzavur Mehmet olarak ünlenmişti. Kara Hasan çetesinde de uzun müddet kalmış ve Kara Hasan ile arkadaşlarının öldürüldüğü baskından, aldığı üç mermi yarası ile kurtulmuştu.
BİGA’ DA YUNANLILAR TARAFINDAN OKUTTURULAN ÖNEMLİ VE TARİHİ FERMAN
1337 yılı içinde Bursa dahil, İzmir, Balıkesir, Biga havalisinin de yunan yönetimine geçtiğine dair, Biga yunan işgal komutanına Atina’ dan gelen bir fermanın, Biga belediyesinin balkonundan okunduğunu bütün Biga’ lılar hatırlar.
Bu ferman, belediye balkonundan, belediye reisi Mehmet ağanın da yunan komutanıyla bulunduğu sırada o zaman belediye katibi olan, arap Zeki tarafından okunmuştu.
Bu fermana göre artık Biga da adalar denizi bölgesiyle birlikte yunan haritasına ve yunan idaresine geçmişti.
O günkü fermanı bütün Biga’ lılar göz yaşları ile dinlemişler, hürriyet ve istiklalini kaybeden bir millet olarak elem ve ızdırap içinde evlerine çekilmiştiler. Tarihi önemi bakımından bu olayın burada belirtilmesinde yarar görüyorum.
(bu ferman kral Konstantin tarafından gönderilmişti.)
YENİ BANDIRMA (TURAN PALAS) OTELİNDEKİ ŞAH İSMAİL’ İN ÇİFTE CİNAYETİ
Bu çifte cinayetin, Biga olayları ile ilgisi bulunduğundan tarihi önemi bakımından burada belirtmeden geçemeyeceğim;
Anzavur, Biga’ da öldürüldükten sonra Şah İsmail ve Kürt Mehmet çavuş gibi İstanbul’ a sığınan hainleri bir telaş sarmıştı. Çünkü Milli Mücadele Anadolu’ da muvaffak olunca, İstanbul’ daki teşkilat da güçlenmişti.
İşgalden sonra şımaran yerli rumların İstanbul’ daki Türk halkına, Türk zabıtasına hakaret ve tecavüzleri artmış, Türk bayrağını gördükleri yerde yırtmak suretiyle, yaptıkları zulümler çekilmez bir hal almıştı.
İstanbul’ daki Milli teşkilat, İstanbul’ un sayılı kabadayılarını ve Milli teşkilata mensup cesur delikanlıları vazifelendirerek, İstanbul’ un farklı semtlerine göndermişti. Her gece üçer beşer İngiliz, rum, ermeni cesetleri göze çarpmaya başlamıştı. Failleri de bir türlü bulunamıyordu.
O günleri yaşayanlar veya o günün gazetelerini okuyanlar bilirler ki, İstanbul’ da çıkardığı peyami sabah gazetesinde Ali kemal, Mustafa Kemal Paşa ve Kuvvai Milliyeciler hakkında, yazdığı yazılarla her gün zehir kusardı.
Onun nazarında Mustafa Kemal ve emrindeki vatanseverler, asi ve eşkıya sürüsü, Yunan ordusu ile İngiliz işgal kuvvetleri ise birer kurtarıcı idi. İşte bu kanı bozuk adamın mutlaka ortadan kaldırılması bir zorunluluk halini almıştı.
İstanbul’ daki Milli teşkilat, bu adamı, adım adım takibe aldı. Bir gün Ali kemal Beyoğlu’ nda bir berber salonundan çıktığında, kendisini bekleyen birkaç fedakar Milliyeci onu yaka paça, bir otomobile atmışlar, ağzına mendil tıkayarak, İstanbul’ un dolambaçlı sokaklarından, Kumkapı’ ya getirmişler. Orada bekleyen bir motorun ambarına tıkarak İzmit’ e kaçırmışlardı.
Daha İzmit’ e varmadan haber alan halk, karaya çıkar çıkmaz bu rezil jurnalciyi semiz bir fare gibi ezivermişlerdi.
Bu ve buna benzer olaylardan dolayı İstanbul’ daki Anzavurcular da korku ve panik içerisindeydiler.
O dönem Yeni Bandırma, şimdi ise Turan Palas olan sirkeci’ deki bu otelde Biga’ nın Dimetoka nahiyesinden çerkes İsmail Hakkı ve Manyas’ lı Yusuf beyler de kalıyordu.
Yusuf bey, çerkes Ethem’ in Milli Mücadele’ deki arkadaşlarından dı, Ethem Yunanlılara kaçarken O ayrılmış, İstanbul’ a gelmişti. İyi ve hatırı sayılır bir insandı.
Şah İsmail, Anzavur öldürüldükten sonra İstanbul’ da evham ve korku içinde yaşıyordu. Çünkü Anzavur’ un çeşitli isyan bölgelerinde sayısız vatansever öldürmüş ve onun cellatlığını yapmıştı.
Milli teşkilata mensup olan İsmail Hakkı ve Yusuf beylerden de çok şüpheleniyordu.
Bu şüphe onda takıntı halini almıştı. İsmail Hakkı beyin daha önce, Anzavur aleyhinde Gönen ve Manyas köylerine, halkı teşkilatlandırmak için gittiğini biliyordu.
Bir gün aralarında yine böyle eski bir meselenin münakaşası, kavgaya dönüşmüştü, bir ara dışarı çıkan Şah İsmail, tabancasını tuvalette doldurmuş, o sırada otelin gazinosunda tavla oynamakta olan İsmail Hakkı ve Yusuf beylere, habersizce ve kahpece yaklaşarak, üzerlerine silahını boşaltarak öldürmüş, o esnada yanlarında bulunan veteriner binbaşı Hüseyin beye silahını doğrulturken, binbaşı üzerine atılmış ve kurşunlar boşa gitmiş, bu sayede Şah İsmail yakalanmış. Tutuklanarak hapse atılmış, mahkemesi uzunca bir süre devam etmişti.
O günün İstanbul ağır ceza mahkemesi reisi Arifi bey, katile idam cezası vermekte tereddüt ediyordu. Son mahkemede Ömer Lütfü bey adında cesur bir hakim tayin edilmişti. Bu hakimin yaptığı son duruşma sırasında çok önemli bir şahit dinleniyordu. Şah İsmail kendini müdafaa eder ümidiyle Bandırma’ dan bir şahit getirtmiş, o adamcağızdan medet umarken, o şahit ifadesinde;
“efendim, şah İsmail denen bu adamın, Bandırma’ da öldürdüğü on sekiz jandarmanın ölülerini mezarlığa arabamla ben taşıdım. Onun iyiliğine dair bir şey bilmiyorum demişti.
Bu sırada mahkemede davacı ve müdahil sıfatıyla, İsmail Hakkı beyin küçük kardeşi, öğretmen Şevket bey de vardı. Şah ismail’ in beraat edeceğinden korkan Şevket bey, hazırlıklı gelmişti. Bir anda cebinden çıkardığı tabancasını şah ismail’ in kafasına ve kalbine boşaltmış, hain oracıkta cezasını bulmuştu. Şah ismail’ in avukatının savunması da bu gencin sabrını taşırmıştı.
Avukat Eyyüp sabri bey, savunmasında O nun, Anzavur’ la birlikte memleket ve vatan için nasıl fedakarca çalıştığını, halifeye ne kadar bağlı olduğunu söylüyor, göklere çıkarıyordu.
O sırada patlayan tabanca yalnız Şevket’ in tabancası değildi. Patlayan diğer tabancalar Sultanahmet adliyesini adeta bir savaş alanına çevirmiş, bu manzarayı yaratanlar Milli teşkilatın adamlarıydı.
Şah İsmail kafasından ve kalbinden Şevket’ in tabancası ile vurulduğu halde, otopside katilin ensesinden de iki kurşun çıkmıştı.
Şevket yakalanarak tutuklandı. Sonradan mahkeme kendisine şah ismail’ i öldürdüğünden değil de, mehkemeyi ihlalden dolayı dörtbuçuk yıl hapis cezası verdi, bir sene sonra da Refet Paşa İstanbul’ a geldiğinde serbest bırakıldı.
DOKTOR MUAMMER KORALAY’ IN HATIRALARI
Biga hükümet tabibi iken sonradan vefat eden Muammer Koralay’ ın yunan çekilişine tesadüf eden günlere ait yaşadıklarını bana şöyle anlatmıştı;
Olayların birbirleriyle bağlantısı bakımından burada anlatmayı önemli buluyorum.
Biga’ daki yunan garnizonu ve eşkıya kuvvetleri, yerini İngilizlere terkederek çekildikleri sırada, uzun süre acı ve karanlık günler yaşayan bu memleket, tekrar geçmiş günlerine dönmek istiyordu. Çünkü şehrin içinde ve dışında her çeşit ırka mensup insanlar ve eşkıyalar vardı. Bilinen üç çete de artık baskısız ve korkusuz kaldıkları için köylere dağılmışlardı.
Bunlar çingene Ali, Yeniçiftlik’ li Mehmet, Arnavut Rahman çetesiydi. Asıl korkulu olan kıyıda köşede tek başına hareket eden hırsız güruhlarıydı, bunların kaza, köy ve çiftliklere, sinsi sinsi dağıldıkları görülüyordu.
Bu kötü ruhluların hareketleri, adeta bulanık suda balık avlamak kabiliyetinden idi. Şehir içi şimdilik İngilizlerle Türk jandarmalarının devriyeleriyle emniyet altındaydı. Fakat köylerin hali acıklı bir şekil alıyordu. Önce Kuvvai Milliye, sonra da Yunanlıların uzun arama ve taramaları sonucu köylerde silah namına bir şey kalmamıştı.
Yunanlıların silaha karşı koydukları ceza, ölüm olduğu için, namuslu vatandaşlar silah bulundurmaya cesaret edemiyordu. Silahlı talihliler yalnız yunanla işbirliği yapan ve onların arzularına hizmet eden hainlerden başka kimse değildi.
İşte buna bir örnek;
Yunanlılar şehri işgal ettikten sonra, çerkeslerden kendisine hususi bir imtiyaz verilen ve adeta Anzavur’ un gölgesi durumunda olan meşhur hırsızlardan Hacı bey, yanına beş on çerkes alarak, bir ramazan gecesi şehrin bir saat kadar uzağında olan Dimetoka bucağına girmiş.
Halkı camide ve kahvehanelerde toplayarak gözüne kestirdiği zenginlerden Pomak Yusuf’ u, Hacı İsmail’ i, bir de orada ticaretle uğraşan Arnavut Aliço’ yu, yakalayarak yüksek miktarda para istemişler ve önüne gelene dayak atmışlar.
Aliço ile pomak Yusuf’ u kama ile ağır şekilde yaralamışlar, altmış yaşlarındaki Hacı İsmail, evine girmiş, kapısı sağlam ve duvarları taş olduğundan ne kapıyı kırabilmişler, ne de duvarı yıkabilmişler. Çerkesler umdukları parayı almak için adamcağızın evini gazla ateşe vermişler, bununla da yetinmeyip çarşıdan halkı zorla getirip, bu evin yakılıp yıkılması için zorlamışlar.
Tüm bu olaylar, Dimetoka’ daki yunan jandarma karakolunun gözleri önünde yapılıyordu. Bu soysuz haydutlar bellerindeki altın yaldızlı gümüş kamalarını, Türk halkının sinesine saplamak için yaptırmışlardı.
Halbuki öldürdükleri, işkence yaptıkları insanlar, onlara kendi arazi parçalarından pay vererek geçimlerini kolaylaştırmak için, en kıymetli topraklarını vermişlerdi.
Onları bağırlarına birer din kardeşi olarak basmış, hiçbir yardımı esirgememişlerdi.
Şimdi bu caniler, kendilerine iyilik ve efendilik eden insanlara işgal anlarında ve o kara günlerinde, kılıç çekerek, namusları ile, hayatları ile, şerefleri ile oynuyorlardı.
Buna elbette yunanlılar göz yumacaktı. Kendi elleriyle bu alçaklığı yapmaktansa, zayıf karakterli Anzavurculara yaptırarak seyirci olmak daha çok zevk veriyordu.
Bu mazlum ve yaralı insanların kabahati, yalnız, silahsız, namuslu ve Türk olmalarıydı. (Muammer bey devam ediyor),
“Bundan sonra yanıma beş on kişilik güvenilir ve yiğit insanları aldım ve o anda elime geçirdiğim bir mavzeri omuzuma asarak Gönen’ e doğru yola çıktım.
Yunanlılar Biga’ dan Bandırma’ ya doğru gittikten sonra, buraya bir takım haberler gelmeye başladı;
Gönen Sarıköy, Edincik bölgelerinde Yunanlılarla halk arasında şiddetli çatışmalar oluyormuş, yunanlılar tekrar Biga’ ya dönerek Karabiga ve Lapseki iskelesinden vapurlara binecekken muhasara edilmişler”
“bu durum bizim memleketimiz için çok önemli ve hayati bir olaydır. Düşman, Bandırma tarafında ordularının düştüğü elim akıbeti öğrenmişti. Anadolu’ nun son toprağını terk ederken canlarını kurtarmak için çarpışmak, kan dökmek gerekecekti.”
“denize kadar olan şu kısa mesafenin her adımının kendilerine mezar olacağı kesin ve kaçınılmazdı”
“işte bunu bildikleri için her an can yakmak, kan dökmek, şehir, köy, her yeri ateşe vererek bindikleri gemiden geride bıraktıklarını seyretmek büyük başarı olacaktı, onlar için.”
“bunun için Gönen, Edincik hattını tutmak ve Gönen’ deki Kuvvai Milliyecilerle birleşerek, son kozunu oynamak isteyen düşmanı orada boğmak ve sınırlarımıza sokmamak lazımdı.”
“Biga’ dan ayrılıp da yola koyulunca, bütün yol boyunca omuzuna silahını asıp, ıssız çiftlik ve silahsız köylerden sürülmüş hayvanları çalan haydutlara rastladım. Bu bedbahtlar yirmi kilometre ötesinde, halkının ne milli hislerle çarpıştıklarını görmek ve anlamak istemeyen menfaat perest haydutlardı. Bunların bir kısmını uyardım, yaptıkları bu hareket tarzının kötülüğünü anlattım, kaybedecek vaktimiz yoktu, yürüdük ve Gönen sınırına ulaştık, oradaki manzara şuydu.”
“Biga’ dan çingene Ali, Yeniçiftlik’ li Mehmet, Arnavut Rahman çeteleriyle, Karabiga’ lı Halit bey gibi ileri gelen Biga’ lı vatanseverler yanlarında getirdikleri silahlarla Gönen millicileriyle iş birliği halindeydiler.durumu inceledim. Bir gece önce, Gönen yunan garnizonu kuvvetli çete ve halk hücumları ile tamamen temizlenmiş, Sarıköy’ deki yunanlılar imha edilmiş, Edincik kuşatılmış halde, buradaki yunanlılar Biga’ ya doğru yol istemekte ısrar ediyor, tahmin ettiğimiz gibi Karabiga’ dan gemilere binecekler. Bandıma iskelesi Bursa ve Balıkesir tarafından kaçan kılıç artığı yunanlılarla dolu, Averof, Kapıdağı limanında ümitsizse yardım ateşi yapıyor. Gerek önceki çatışmalarda, gerekse halen devam etmekte olan Edincik muharebesinde birçok yaralı var, ama tek hekim yok.”
(Doktor Muammer bey devam ediyor.)
“şimdi ben buraya silahımla vatan hizmeti yapmaya gelmişken bu defa da vicdanım beni mesleki hizmete çağırıyordu.”
“hemen yanımda beraber getirdiğim bir arkadaşla doğru Gönen’ e giderek halkı topladım ve ileri gelenlerle kısa bir görüşmeden sonra, hacı Ahmet ağa’ nın hanını hastane yaptım. İki yüz yatak buldurdum, ne kadar yaralı varsa buraya getirttim, cepheye hastane açıldığına dair haber yolladım, sıhhıye arabaları, ekipler, teşkil ettim. Bir de –Akıncı Müfrezesi Hastanesidir- yazılı tabela astırdım han kapısına. Silahlı bir de nöbetçi diktim.”
“memlekette jandarma komutanı, polis namına kimse yoktu. Derhal kasabanın asayişi için jandarma ve asker topladım, nöbet cetvelleri düzenledim. Dahili güvenliği yoluna koydum. Bandırma’ dan Yunanlıların buradaki artıklarını aramak için kuvvet geleceğini işitiyorduk, buna karşı da tedbirler aldım.”
“artık işlerimizi yoluna koymuş, daha hafif yaralanmış ayakta tedavi görecek vaziyetteki yaralıları tedavi altına almış, sürekli yara sarıyor, kurşun çıkarıyordum. Son günlerde Bacak Hasan efe de bu hastaneye yaralı gelmiş, tarafımdan tedavisi yapılıyordu.”
“hekimlik hayatımda böyle kendiliğimden yaptığım bu hizmetin zevkini ilk defa tatmış bulunuyordum.”
“Gönen ilçesi eczanesi çok zengin ve tamamen emrimdeydi. Böylece tedavilerine başladığım altmış kadar vatandaşın yaralarını ancak iki ayda tedavi edebildim ve orada kimsenin emrinde olmadan iki ay gönüllü olarak yaralı tedavi ettim. Bu naçiz hizmetimle yöre de iyi bir etki bıraktığıma emin olarak oradan ayrıldım.”
“kendilerini tedavi ettiğim efeler, gümüş kakmalı bir tüfek ve bir at hediye ettiler, bilhassa bu tüfeğin manevi kıymetini hala muhafaza etmekteyim” diyerek sözlerini tamamladı doktor Muammer bey.
YUNANIN BİGA’ DAN ÇEKİLİŞİ
1338 Eylülünün on veya on ikinci günüydü, cepheden bozulan yunan kuvvetleri, Balıkesir ve Bursa istikametinden Bandırma’ ya doğru bozgun halinde kaçarken, Biga yunan işgal komutanı da Bandırma’ ya çekilme emri almış.
Kendisine felaket haberini veren bu emrin acısı ile kıvranırken, iki buçuk senedir ceplerini doldurup, midesini şişirdiği yetmiyormuş gibi, Türk köylüsünün çeşitli vergilerinden hazineye toplanan paraları mal müdüründen sormuş. Verilen miktar gözünü doyurmamış ki, çekilme emrini gizli tutuyordu.
O gün, kaymakam Nurettin bey’ e sert bir emir vererek, yirmi dört saat içinde tüm aşar paralarının (tarım ürünlerinden alınan vergi) mal sandığına yatırılmasını ve yerine getirmeyenlerin de ağır biçimde cezalandırılmalarını istemiş.
Kaymakam, yunan ordusunun bozulduğunu daha önce öğrenmiş, Biga’ da halkın menfaatini koruyan Nurettin bey, yunan komutanın son çapulu ve vurgunu olacağını anlamıştı. Gider ayak onca Türk köylüsünün parası da heba olup gidecekti. O vakit jandarma bölüğü Karabiga’ da ve komutası çok değerli bir subay olan Hafız Şid bey’ de idi.
Ancak, yunan ordusunun bozulduğu bu anda işgal komutanı, sıkı tertibat almıştı. Türk jandarmaları köylere vazifeli giderken yunan komutanından resmi yazı almak zorundaydılar. Kaymakam zor durumda kalmıştı. İki buçuk yıllık inkılap tarihinin son sayfasının kapandığı, bu son günlerde kaymakamın ve para işiyle ilgili olan memurların öldürülmesi işten bile değildi.
Yirmi dört saat içinde hangi tahsildar nereye gidip de kimden bu paraları toplayabilirdi. Hem kaymakam şahsını bu yüzden tehlikeye atıp emri yerine getirse bile, Türk ordusunun akşama sabaha geleceğini de biliyordu. Kendisinden bu basiretsizliğin hesabı sorulmayacak mıydı?
Kaymakam işi şöyle halletti;
Karabiga’ daki jandarma komutanı Hafız Şid beye içerisinde bulunduğu durumu anlatan biz yazı yazdı ve İngiliz komutanından bunun çözülmesi için yardım etmesini istedi. Fakat bu mektubu kim götürecekti? Hem jandarma kasabadan dışarı ancak bu komutanın izni ile çıkabiliyor, izin kağıdı olmadan gidemiyordu.
O zaman süvari jandarması olan Biga’ lı Galip Ak,
“ben bu işi yaparım” demişti.
Sorumluluğu üzerine alan Galip, büyük bir cesaretle atına bindi ve gecenin karanlığından da istifade ederek yunan devriyeleri arasından bağlıklara geçip, Dimetoka ovasından gizli yollardan bir buçuk saatte Karabiga’ ya varıp, zarfı yerine teslim etmişti.
O sırada Karabiga İngiliz işgal komutanı da Yunanlılardan Biga’ yı teslim alınması emrini almış bulunuyordu. Bu süvari bir saat kadar istirahat etmeden Karabiga’ daki jandarma bölüğü ve bir İngiliz müfrezesi, İngiliz komutanının emri altında yola çıkarlar.
Bu müfreze Biga’ ya geldiği zaman işgal kuvvetleri de yürüyüşe hazır vaziyette bekliyorlardı.
İki komutan, aralarında kısa bir konuşma ile devir teslim işini bitirmiş, yunanlılar korku ve heyecen içinde, Bandırma’ ya doğru yola çıkmış, Türk jandarması da asayişi eline almış, İngilizlerle birlikte çalışmaya başlamıştı.
Biga bir hafta daha böyle idare edilmiş, şehre ilk defa çeteler girmiş ve arkasından ordu birlikleri gelmiş, şehir 18 Eylül 1922 (1338) tarihinde işgalden kurtarılmıştı.
(şehri terk eden yunan birlikleri erken davranıp, hızlı hareket edebildikleri için Bandırma’ ya varabilmiştiler.)
GÖNEN’ DEKİ YUNAN GARNİZONUNA BASKIN
Yunanlılar Bandırma’ ya doğru kaçarken, biz Gönen kazasının durumuna bakalım ve oradaki asayişin vaziyetini gözden geçirelim:
O sıralarda Gönen’ de sekiz çete vardı. Bunların hepsi de hatırı sayılır efe başlarının emrindeydi. Bu efelerin dağa çıkmalarının önemli sebepleri vardı. O da yunan ve yerli rumların Türk’ lere olan zulümlerinden doğan nefret ve Türk’ lük gururu idi. Bu çeteler sırasıyla;
- Edincikli Bacak Hasan ve Pıtır Hüseyin Efeler,
- Çepni’ li Osman Bey,
- Sarıköy’ lü Kürt Hasan,
- Manyas’ ın Dura köyünden Altı Parmak Gönen’ li Efe,
- Bandırma’ lı Salim çavuş,
- Karacabey’ in Danişment köyünden Hurşit Efe,
- Balya’ nın Haydaroba köyünden Himmet Efe,
- Gönen’ in Körpağaç köyünden Bostancılı Mustafa Efe.
Aslında yunan işgali başladığı sırada Gönen bölgesinde hiç çete kalmamıştı. Herkes evine çekilmiş, işine gücüne bakıyordu. Bölgeyi sakin ve sahipsiz gören yunanlılar ve onların yerli işbirlikçi rum eşkıyaları, Türk halkı ve yöre köylüsü üzerindeki baskıları, zulüm ve işkence boyutuna getirmiştiler. Bunu gören kahramanlar ve nüfuzuna güvenen efeler, büyük bir cesaretle bu zalim kuvvete karşı koymaya karar verdiler ve işe önce şöyle başladılar:
Bu efelerin ayaklanmalarına Balıkesir milletvekili Vehbi bey de dahil olmuştu, Vehbi bey efelerin eski çalışma arkadaşıydı.
Bir gün, Bandırma, Gönen yunan postası giderken, postayı vurdular. Postanın muhafızı olan on kadar yunan jandarmasını ve onun arkasından da Yunanlılarla birlikte Türk’ lere eziyet eden ve silahla dolaşan on beş kadar yerli rumu öldürüp dağa çıktılar.
Efelerin bu saldırısı, Gönen, Bandırma, Biga ve çevresinde bomba etkisi yapmış, büyük bir heyecan uyandırmıştı.
Her yanı işgal altında olan bir memlekette, özellikle zalim bir idare kuran yunanlılara karşı yapılan bu isyan her babayiğidin harcı değildi. İşte bunun üzerine, yunan kuvvetleri harekete geçmiş, köy köy, ev ev, baskınlar yapılıyor. Aramalar sırasında insanlar dövülüyor, yaralanıyor ve kurşuna dizmeler birbirini izliyordu.
Yunanlılar bundan başka, Çepni’ li Osman beyin kardeşleri Mustafa, Ahmet ve Mehmet beyleri yakalayarak Atina’ ya sürgüne göndermişler, ihtiyar babasına da türlü işkenceler yapmışlar. Ardından Bacak Hasan’ ın kardeşi Murat çavuşu da yunanistan’ a sürmüşlerdi.
Yunanlılar baskılarını arttırdıkça Türk çetelerinin sayısı da o nispette artıyordu. Her çetenin ortalama savaşçı sayısı otuzdan elliye kadar değişiyordu. Bu çeteler yunanlılara karşı amansız bir saldırıya geçmiş, her fırsatta büyük, küçük demeden tüm yunan kuvvetlerine baskın yapmakta ve sürekli yıpratmaktaydılar.
İşte Türk ordusunun süngüsü önünden kurtularak düzensiz ve kumandasız, sürü halinde Afyon’ dan İzmir’ e doğru kaçmakta olan bu sözde yunan kahramanlarının kılıç artıkları, Bursa ve Balıkesir bölgelerinde, kendilerini Bandırma limanında bekleyen Averof’ un şefkatli kucağına sığınmak üzere yollara döküldükleri sırada!
Bu kahraman efelerin arkasına vatansever Türk halkı da katılmış ve büyük bir kuvvetle Gönen işgalci yunan garnizonu sımsıkı sarılmıştı.
Artık bu gece, Anadolu’ da büyük Yunanistanı kurmak rüyası ile Atina’ dan kalkarak en zehirli silahlarını göğsümüze kadar dayamalarının hesabını sormanın gecesiydi.
Bu gece, azgın istilacı sürülerinin “zito Venizelos” diyerek güzel İzmir’ imiz de Türk kanı dökmelerinin, üniformalı Türk subaylarını şehit etmelerinin, Türk bayraklarını ayakları altında çiğnemelerinin hesabının sorulacağı geceydi.
Bu gece, Aydın, Afyon ve Eskişehir’ de akıtılan kanların, masum çocukların, namusları kirletilen kız ve kadınların intikam gecesiydi.
Bu gece, iki buçuk yıldır, birinci dünya savaşından çıkıp bitkin ve yaralı bir arslan gibi kendisini tedaviyle meşgulken, bu yaraya bin neşter vuran yunandan.
Izdırabının acısıyla kar, fırtına, soğuk, yağmur, çamur ve kızgın güneş altında demeden aç, sefil kağnı arabaları ile cepheye mermi taşıyan köylü kadınlarının göklere yükselen yakarışlarının tecelli ettiği geceydi.
Sabah olduğunda teslim olmayıp, hala karşı koymaya çalışan yunan barbarcılığının buradaki kuvvetleri tamamen imha edilmişti.
Şimdi sıra Sarıköy bucağına, Elbizlik’ deki yunan garnizonuna gelmişti. Bütün çeteler ve halk bu iki garnizona da sel gibi akmış, bunlar da teslim alınmış, karşı koyanlar imha edilmişti.
Buradan sonra sıra en önemli ve en büyük kuvvetin bulunduğu Edincik’ e sıra gelmişti.
Gönen, 6 Eylül 1922 (1338) tarihinde işgalden kurtarılmıştır.
EDİNCİK YUNAN GARNİZONU ÇEMBERE ALINDI
Bu garnizondaki yunan kuvvetleri ağır ve hafif makinalı tüfeklerle takviye edilmiş mevzilerle oldukça korunaklıydı.
Buraya önce Bacak Hasan ve Pıtır Hüseyin efelerin, çeteleri saldırmış, ilk saldırıda Bacak Hasan yaralanarak Gönen hastanesine sevk edilmiş, o gün yapılan tüm saldırılar, yunan ateşi karşısında zayıf kalmıştı.
Erdek önünde demirli Averof’’ un top mermileri garnizonun savunmasını kolaylaştırıyordu. Edincik yunan garnizonu bir hafta dayandı, son günlerinde Çerkes Ethem’ in çetesinden bir kısım kuvvet gelerek, Türk efelerine saldırmıştı. Vatan savunması yapan Türk kahramanlarını sözde vatandaş olan bu çerkes çetesi, iki buçuk yıl sonra yine arkadan vuruyor, Yunanlılara yardım ediyordu.
Onlarda sonunda tutunamayacaklarını anlayınca geldikleri yere kaçmışlardı. Ertesi gün, ordumuzun öncüleri olan akıncı müfrezesi ile Sarı efe Edip ve Binbaşı Hacı Adil beyler kuvvetli müfrezelerle gelip buradaki efelere:
“siz vazifenizi yapmışsınız, teşekkür ederiz. Bize Kapıdağı’ nı bilen bir klavuz veriniz” diyerek, ilk defa bütün kuvvetleriyle yıldırım gibi Edincik üzerine saldırmışlar ve bir iki saat içinde bu güçlü yunan garnizonunu altüst ederek hepsini kılıçtan geçirmişlerdi.
Edincik temizlenir temizlenmez, bu akıncı müfrezesi kükremiş bir sel ve fırtınalı bir yel gibi Erdek üzerine yürümüş. Altı saat içinde Kapıdağ limanı ve Erdek Yunanlılardan temizlenmiş. Bandırma’ ya toplanan yunan döküntülerini bekleyen üç vapur, Averof’ un korumasında Marmara’ nın mavi sularından süzülerek Çanakkale’ ye doğru derin bir düşünce ve tarifsiz bir hayal kırıklığı içerisinde kaybolup gitmiş, Türk milleti de böylece düşman esaretinden kurtulmuştu.
Yukarıda jandarma tabur komutanı binbaşı Ali Rıza beyin, yanında bir yüzbaşı ve iki teğmenle Bandırma hapishanesinde on ay hapis yattıklarından bahsetmiştik. Bunların dışında biri daha olduğunu açıklayan ve şimdi emekli tuğgeneral olan Nazmi bey, Ali Rıza beyle beraber Gönen’ li Müdafai Hukuk Cemiyeti reisi Ahmet efendi tarafından Bursa’ lı bir eşkıyanın elinden kurtarılarak Bandırma’ ya kadar geldiklerini ve Ali Rıza beyin Bandırma’ da kaldığını, kendisinin İstanbul üzerinden ailesinin yanına gittiğini, bir mektupla bildirmişti.
Kendilerine teşekkür ederken, Ali Rıza beyin her iki durumda da Bandırma hapishanesinde çile çektiği gerçeğini açıklamak isterim.
Ben şahsen bu olaylardan sonra, Adapazarı, Kandıra, Geyve, en son Çorum ve Alaca jandarma birliklerinde 1338 yılının Ağustos sonuna kadar görev yaptıktan sonra Biga’ ya döndüm, iki buçuk yıl sonra geldiğim Biga’ yı şu durumda buldum:
BİGA’ NIN KURTULUŞU
18 Eylül 1338, Biga’ da Aşır Paşa tümeni var. Bir askeri mahkeme faaliyet halinde. Kuvvai Milliye’ ye aykırı hareket edenlerden özellikle ihanet edenlerden hesap soruyor ve cezalarını veriyor.
Ordu şehre girer girmez, Anzavur’ un vekili olan Hacı köyünden çerkes Hacı beyi yakalamışlar ve hükümet konağının bahçesindeki demir parmaklıklara bağlamışlar. Önüne gelen dayak atmış, üstüne dökülen soğuk suların da etkisiyle sabaha kadar kaskatı kesilmiş, sabah da cesedi kaldırılmış. Birinci dünya savaşından beri yüzlerce can yakan ve Anzavur harekatında da çeşitli cinayetler işleyen bu meşhur eşkıya böylece cezasını bulmuştu.
Akbaş cephaneliğini basan kahramanlardan Dramalı Ali Rıza beyi İstanbul’ da yakalattıran ve idam ettiren Yenice köylü muhtar Ali beyi de askeri mahkeme idama mahkum etmiş, aynı gece ben de hükmün infazında bulunmuştum.
İnfazda şöyle tuhaf bir durum meydana gelmişti.
Ali beyi gece yarısı hükümet önünde sehpaya götürüyorlardı.
Hapishaneden çıkınca şadırvanı göstererek: “şuradan bir abdest alayım da son olarak şu caminin önünde bir namaz kılayım” diye inzibat subayına yalvardı.
Subay da bunu kabul etti, savcı henüz infaz yerine gelmemişti. Mahkum abdest aldı, camiye girmek istedi, buna izin vermediler. “namazı dışarıda kıl” dediler.
Orada namaza durdu, birinci rekatı kıldı, tam ikinci rekatta rükûa eğileceği zaman, Çukur hamama doğru fırladı ve kaçmaya başladı. Gece ortalık karanlık, ileride eski hamamın köşesinde sönük bir fener yanıyor, fenerin bulunduğu yerde kayboldu. Kimi kaçtı diyor, kimisi de fenerden daha ileriye geçmedi diyor. Ama mahkum ortada yok.
Hep beraber karanlıkta aramaya başladık. Hamam külhanına doğru ilerledik, orada kalın odunlar vardı, kibrit çakıp baktık, bir de ne görelim, adam kütüğün arkasında yatıyor. Birkaç dipçik attılar, ceketinin arka yakasından tutarak sürüklemeye başladılar. Tam şadırvanın yanına gelince, mahkum bir daha fırladı ve yakasını tutan inzibatın elinden kurtularak bayır aşağı koşmaya başladı.
Dörtyol ağzındaki köşeye saptı, ayak sesi de kesildi. Yeniden kovalamaca başladı: “tut,vur,burada,şurada…” bağırışmaları arasında adamın peşi sıra koşuşturuyorlardı.
Mahkum yine ortada yoktu.
Halbuki köşedeki kahveci gündüzden bir yük odun almış, bir köşeye yığmış, meğer adam bu defa da bu odunların arkasına saklanmış.
Yine buldular, bu defa arkasından bir süngü yerleştirdiler, mahkum yürüyemez oldu. İnzibatlar iki koluna girdiler, savcıda darağacının dibinde bekliyordu. Mahkum ağır yaralı ve yarı ölü halde asıldı.
KAZDAĞI ETEKLERİNDE BİR SAHİLE ÇIKARMA GİRİŞİMİ
1338 yılının ortalarındayız. Yunanlılar imha edilmiş. Türk ordusu Anadolu’ yu Çanakkale kıyılarına kadar geri almış, sadece İstanbul’ da ve Çanakkale’ de İngilizlerin bulunduğu dönemdi.
Biga’ da Aşır Paşa tümeni var. Bir tümen de Bayramiç ve Ezine ‘de bulunuyordu. Birinci dünya savaşı ve yunan zulmünün hatıralarının tazeliğini koruduğu bir zamandı,
gerek Ethem kuvvetleriyle, gerekse milli ordunun geldiği sıralarda Türkiye’ den yunanistan’ a kaçan Anzavurcuları, yunanlılar hem başlarından atmak, hem de Türkiye’ de yeniden bir kargaşa yaratmak ve büyüklerimize suikast yapmak ümidiyle, son teknoloji tabancalarla silahlandırmış ve yunan adalarından motorlarla Kazdağı’ nın eteklerinde bir sahile çıkarmışlardı.
Bunların başında Anzavur’ un büyük oğlu Kadri vardı. O da sözde babasının intikamını alacaktı.
Bunların sahile çıkacağını önceden haber alan hükümet ve askeri birlik komutanları, o kıyıda tedbir almış, tam motordan çıkarken ateş altına alınmış, kısmen motorlarda ve denizde imha edilmiş. Karaya çıkanlar da takip sonucunda tek tek yakalanmış ve hak ettikleri cezalar verilmişti.
Bu eşkıyaların hepsi de Afyon, Adapazarı, Düzce, Manyas ve Biga Çerkeslerindendi.
Eşkıyanın başı Anzavur’ un oğlu Kadri’ de İngiliz dostlarına iltica için Çanakkale’ ye girerken, pusuda bekleyen jandarma müfrezesi tarafından yaralı olarak yakalanmış, Çanakkale hapishanesine konulmuştu.
Kadri’ yi İngilizler ısrarla istemişse de Bayramiç’ deki tümen komutanının emir ve direktifleriyle mahalli hükümet vermemekte direnmişti.
Kadri’ nin Çanakkale’ den dışarıya kaçırılacağını anlayan İngilizler her tarafa sık sık devriyeler ve nöbetçiler koyuyordu.
Bir gün Bayramiç’ deki tümen komutanı, yaverini sivil elbise ile Çanakkale’ ye gönderiyor, Kadri’ yi bir sandığa koyuyor, sandığı kilitliyor. “Eğer yolda bağırırsan tabancayı beynine sıkarım” diyor. Kadri, sandık içinde hapishaneden böylece kaçırılıyor. Bayramiç’ de yarası tedavi edildikten sonra askeri mahkeme kararı ile idam ediliyor.
ANZAVUR’ UN MEZARINDAKİ KİTABE
1338 sonlarına doğru gazetelerde bir haber yayınlandı.
Bu dikkat çekici yazıda, şöyle deniyordu:
“Biga’ nın bir köyündeki mezarlıkta Anzavur’ un mezarı vardır. Mezar taşında bir kitabe yazılıdır.”
“din, millet ve memleket uğrunda cansiperane çalışırken, Kuvvai Milliye tarafından, bir sureti gaddarane de, şehit edilerek milletin kalbinde unutulmaz bir yara bırakan, Kuvvai Muhammediye kumandanı, izzetli Anzavur paşa hazretlerinin ruhuna elfatiha…”
“Etraftaki çerkes köyleri bu mezara giderek hasta olanlar, sıtması olanlar, toprak alarak suda eritip içiyor. Yüzlerine ve gözlerine sürerek, mezarını adeta tekke haline koyuyorlar. Mahalli hükümetin dikkatini çekeriz.” deniyordu.
Bu yayın üzerine Anzavur’ un başsız cesedinin gömülü olduğu Buzalık köyü mezarlığına hükümet tarafından memur gönderilmiş. Gerçekten mezar başında böyle bir kitabenin olduğunu gören memur, aldığı emir üzerine bu kitabeyi kazıtmış.
SON SÖZ
Bu naçiz eserim burada sona ererken, vazife ve mesleki mecburiyetler dolayısıyle içinde yaşadığım bu olaylar zincirini, gerek eski notlarımdan ve hafızamdan, kısmen Atatürk’ ün Büyük Nutkundan, ayrıca bizzat olayların içinde yaşayan kişilerden faydalanarak yazdım.
Bununla gençliğe ve bu tarihi olayları okuyacak vatandaşlarıma küçük bir hizmette bulunabildiysem kendimi bahtiyar sayarım.
———-
*Çerkeslerin tarihi
*M.Ö.5. binde Kerket ve Sucha , M.Ö.3. binde Maykop , M.Ö.5. yüzyılda Sindika devletini kuran Sindler , Meotlar, Alanlar ve Grekler, bugünkü Ukrayna’ nın doğusundan Osetya’ ya kadar uzanan bölgede uzun süre birlikte yaşamış Kafkas kabileleridir. Dilleri hint-avrupa dil hanesinden olup, çerkes destanı Nartlarda adı geçen bu kabileler, zaman içerisinde kaynaşarak bugünkü çerkes halkını oluşturmuşlardır.
Çerkeslerin, Türklerle akrabalık bağları olmayıp, Anadolu’ ya gelişleri, Rusların başlattığı 1870 büyük çerkes/adige tehciri sonrasında Osmanlı imparatorluğu tarafından Balkanlar, Anadolu ve Orta doğu coğrafyasına yerleştirilmeleri sonucunda olmuştur.
Anadolu’ da Çanakkale’ nin Biga ilçesi yöresi ile Eskişehir ve Afyonkarahisar bölgesine yerleştirilen, batı çerkesleri kolundan ve 12 çerkes kabilesinden birisi olan Bjeduğlar halen bu yörede yaşamaktadırlar.
Türkiye’ de yaşayan diğer Çerkes kabileleri ve bulundukları bölgeler:
Batı Çerkesleri
Abzehler: Kahramanmaraş, Düzce, Samsun, Sinop, Tokat, Balıkesir, Çorum, Afyonkarahisar, Eskişehir, Konya, Bursa, Manisa
Şapsığlar: Samsun, Amasya, Çorum, Düzce, Balıkesir, Afyonkarahisar, Bolu, Aydın, Sakarya, Yozgat, Manisa
Bjeduğlar: Çanakkale (Biga ilçesi yöresi), Eskişehir, Afyonkarahisar
Hatkoylar: Kayseri, Bilecik (Hatkoy/Hatukay/Hatukuay Çerkesleri dünyada yalnızca Türkiye’de yaşamaktadırlar)
Çemguylar: Düzce, Bilecik
Mehoşlar: Samsun (Alaçam ilçesi), Konya
Doğu Çerkesleri
Kabardeyler: Kayseri, Kahramanmaraş, Tokat, Sivas, Eskişehir
Besleneyler: Çorum, Amasya, Düzce, Eskişehir
Ubıhlar: Balıkesir, Bolu, Sakarya, Düzce, Samsun, Ordu, Kahramanmaraş,
**Çerkesler hakkındaki bu bilgileri ilk kez Grek şairi Hipponaks, daha sonra Herodot ve Strabon’ dan öğreniyoruz.