Tarih Kitaplığı

Milli Mücadeleye Karşı Anadolu İsyanları “(Ahmed) Anzavur İsyanı” _ VII.BÖLÜM

YENİCE NAHİYESİ KUŞATILDI, CEPHANELİK YANIYOR

 İstanbul’ dan Anzavur’ a her gün yeni talimatlar geliyor, Anzavur’ da bu talimatları köylüye emir suretinde bildiriyordu.

Balıkesir’ de Kuvayi Milliye harekatını tümen komutanı Miralay Kazım bey idare ediyordu.

Her halde Biga’ ya yeni kuvvetler gönderilecek, şehir kim bilir daha ne facialara sahne olacaktı.

Bu konuyu burada bırakıp Yenice nahiyesinde Dramalı Rıza beyi muhasara eden asilere gelelim.

Rıza beyi kuşatan kuvvetler, oldukça kalabalıktı. Rıza bey bu çoğunluğa karşı kendini bir avuç yiğitle müdafaa etti. Fakat ne yazık ki, Yenice köylüleri de asilerle birleşti. Durumun kötüye gittiğini anlayan Rıza bey, cephaneliği ateşe verdi ve bir çıkış hareketiyle asilerin kuşatmasını yararak, Balıkesir’ e ulaşmayı başardı. Balıkesir’ de durumu ve yaşadığı olayları, cephaneliği neden ateşe vermek zorunda kaldığını, Kazım beye anlattı.

Tümen komutanı cephaneliğin ateşlenmiş olmasına çok kızdı ve işi Rıza beyi idam ettirmeye kadar götürdü. Rıza bey ona:

“eğer cephaneliği ateşlemeseydim, asilerin eline geçecekti, onlar yeniden silahlanacaklardı, bunun için böyle yapmakla vazifemi doğru yaptığıma inanıyorum“, demişti.

Fakat Kazım bey aynı fikirde değildi, O:

“varsın onların eline geçsin, sonradan yine nasıl olsa alırdık” diyordu.

Tümen komutanını yumuşatamayacağını anlayan Rıza bey, şu teklifte bulundu:

“bırakın beni, İstanbula’ a gidip, Damat Ferit paşayı öldüreyim. Böylece hatamı tamir etmiş olurum”, bu teklifi kabul eden Kazım bey, Rıza beyi serbest bıraktı, Rıza bey de İstanbul’ a doğru yola çıktı.

O İstanbul’ a gide dursun, biz yine Biga’ ya dönelim. Anzavur şehirde Kürt Mehmet çavuşu bırakarak, karargahını Bakacak ve Cihadiye köylerine nakletti. Biga’ daki asayişsizliği gidermek üzere, Çanakkale tabur komutanı binbaşı Ali Rıza bey Çanakkale’ den üç bölükle hareket etmişti. Ali Rıza bey Biga’ ya doğru yürürken yolunu Çan Pazarı nahiyesinden geçirmeyi tercih etmişti.

Sebebi ise: Kurudere veya İpkaiye üzerinden yürürse, Anzavur’ un asıl kuvvetleri o bölgede olduğu için geçemeyecekti. Çan’ da ise çok kuvvetli durumda Kuvayi Milliye taraftarı Çan Pazarı meclisi umumi azası Osman efendi vardı. Zor duruma düşerse o zat kendisine yardım edebilirdi. İşte bu düşünceyle Çan Pazarı istikametine yürümüştü.

Taburun öncüsü olarak önce Bayramiç jandarma kumandanı Niyazi bey, bir bölükle Çan’ a gelmişti.( 1948 – Çanakkale müstahkem mevki komutanı General Niyazi Mumcu).

Arkasında da birliğin büyük bölümüyle Ali Rıza bey ve onun damadı Ali Rıza vardı.(1938 – Ankara muhafız taburu komutanı binbaşı Ali Rıza Tümer)

Bu sırada Osman efendi, Anzavur’ dan şöyle bir emir aldı:

“emrinizdeki kuvvetlerle bize katılın, aksi takdirde, bütün milletçe vatan haini sayılacaksınız ve hakkınızda ona göre muamele yapılacak”.

Osman efendi, Anzavur’ un bu teklifini reddediyor, Anzavur’ da bu red cevabı karşısında emrindeki kuvvetlerle Çan’ a doğru ilerliyor. Anzavur’ un bir kısım kuvveti de Yenice nahiyesinde Dramalı Rıza beyin terk ettiği silah deposundadır. Bu sebeple Anzavur kuvvetleri geri dönüyor.

Şimdi Çan, dolayısıyla bu jandarma taburu iki kuvvetin tehdidi altındaydı. Hatta arkalarında bir de Ezine eşkıyalarından Aziz ve Sadık çeteleri vardı. Onlarda Çan bölgesine doğru gelmişler, talan yapmaktadır.

Çan boğazının Pomaklar tarafından, Dikmen, Mallıköy, Dereköy bölgeleri de keza Pomaklarla Anzavur’ un kuvvetleri tarafından tutulduğu haberini alan binbaşı Rıza bey bu defa tekrar Çanakkale’ ye geri dönmeye karar vererek Niyazi beyi bölüğü ile Mallıköy üzerinden Kocayayla, Dereköy yönünde öncü olarak yola çıkarıyor. Fakat bu bölük geçtiği köylerde normal olmayan hareketlerle karşılaşmaktadır. Niyazi beyin kuvvetlerini gören köylü kaçıyor yada saklanıyor, bir bölümü de soğukluk gösteriyor. Nihayet Mallıköy’ de bir kaynaşma göze çarpıyor. Niyazi bey yanına birkaç jandarma alarak köylülere:

“yahu ne kaçıyorsunuz biz de sizdeniz, bizim size bir zararrımız dokunmaz, gelin konuşalım, anlaşalım” diyor.

Köye çıkan bir çete grubu Niyazi beyi yakalıyarak o köyde bulunan Anzavur’ un huzuruna götürüyor.

Anzavur:

“hapse atın, idam edelim”, diye emir veriyor ve Niyazi beye bir hayli küfürler yağdırıyor. Niyazi beyin kolları bir iple sımsıkı arkasından bağlanarak bir odaya hapsediliyor. Bu arkadaş bu şekilde asilerin eline düştükten sonra, bölükteki baş çavuş Mehmet Ali efendi (son yıllarda devlet deniz yolları liman işletmesi Çanakkale acentesi idi.)

Bölüğü toplayarak sevk ve idareyi ele almış, köydekilerin ateşiyle karşılaşmış ve Dereköy’ ün üstündeki dağa çekilerek savunmaya geçmiştir.

Akşam üstü arkadaki bölüklerin toplan borusu üzerine Dereköy’ den geçerken o köyün değirmeninde Anzavur’ un yirmibeş kişilik silahlı bir kuvvetini kıstırmış ve silahları ile teslim almış, Mallıköy’ deki Anzavur’ a:

Niyazi bey teslim edilmediği takdirde bunların hepsinin öldürülecekleri haberini yollamıştı.

İş bu durumda iken ertesi gün idam edilecek olan Niyazi bey, o gece aç, susuz, her türlü ölümcül işkencenin acısı ile kolları arkadan bağlı azap ve ızdırap içerisinde kıvranıyor.

Ertesi sabah artık kendisine mukadder olan kötü akıbeti beklerken, pomak çetelerinden bir delikanlının birkaç defa gelip kendisini kontrol edip gittiğini ve tekrar geldiğini görüyor. Kendisiyle fazla ilgilenen bu gencin ihtimal ki öldürülmesine memur edilen bir şahıs olduğunu düşünerek:

“oğlum, deminden beri gelip bakıyorsun ve dönüp gidiyorsun, bir şey mi söylemek istiyorsun, ne yapacaksanız yapın” diye üzüntü ile sertçe konuşunca, delikanlı yanına sokularak soruyor:

“siz Niyazi bey değil misiniz?”

“evet Niyazi beyim”

Delikanlı bu cevabı alınca derhal kuşağındaki koca bıçağını çıkartıyor ve kollarındaki ipleri kesiyor, diyorki:

“ben sizin emrinizde jandarmalık yapan onbaşı Celil’ im , korkmayın kimse bir şey yapamaz size, ben öldürmelerine izin vermem”

Niyazi beyi alıp odaya götürüyor.(bu zat sonradan öğrendiğimize göre, Biga’ nın Sarıca köyünden yetim lakabıyla anılan adammış).

Bunu gören arkadaşları, bu gavuru neden çıkardın, biz onu öldüreceğiz, Anzavur paşanın emri de öyledir, diye bağırmak istyorlar.

Celil, çete içerisinde sayılı ve azılı, hatırı sayılır, sözü dinlenir bir adammış. Cevaben:

” bu benim subayımdır, ben bunun emrinde senelerce askerlik yaptım, sizden de benden de daha Müslümandır. Kendisi iyi bir insandır. Önce beni öldürürsünüz, sonra onu” diyor.

Anzavur’ a da giderek emrini geri aldırtıyor.

O sırada Pomaklar hatırı sayılır bir kuvvet olduğundan, Anzavur Pomakları da kırmak ve küstürmek istemiyor.

Celil ertesi günü Niyazi beyi alarak Biga’ daki kendi köyüne getiriyor, oradan gizlice Kurudere yolu ile Lapseki’ ye, ondan sonra da Lapseki’ deki çerkes hancı Lütfü bey saklayarak, bu zatı kurtarıyorlar.

Lütfü bey, Lapseki’ de Kuvayi Milliyenin sayılı adamlarından, cesur ve fedakar bir arkadaştır. Bu hareketlerinden dolayı onu İngilizler Malta’ ya bile sürmüşlerdi.

Halen general olan Niyazi Mumcu, bu şekilde muhakkak bir ölümden kurtulmuş, Celil onbaşının eski bir zabitine yapmış olduğu civanmertlik millete bir general kazandırmıştır.

General Mumcu, müstahkem mevkide bulunduğu sıralarda Çan’ a giderek bu eski anılarını oralarda anlatmış ve kendisini kurtaran bu kadir şinas vatan evladını aramış, bulmuş ve kendisini ödüllendirmişti.

Şimdi bunu burada bırakarak Çan’ daki Ali Rıza beyin durumuna dönelim.

Niyazi beyin Mallıköy’ deki bölüğü de Çan’ daki tabura katılmıştı. Ali Rıza bey, Çan yolundan Biga’ ya yürürken Çan-Biga arasında pomak çeteleriyle çatışmaya girmiş ve pek çok zorluktan sonra taburuyla birlikte Biga’ ya gelebilmişti.

ANZAVUR’ UN ALİ RIZA BEYE ULTİMATOMU

Binbaşı Ali Rıza bey’ in yollarda direniş görmeden şehre girmesi bir bomba tesiri yaptı, bu durum Anzavur’ u ziyadesiyle kudurttu.

Anzavur Ahmet paşa, ertesi günü binbaşıya şu ültimatomu gönderdi:

“sizinle hukukumuz eskidir. Fakat politikada hukuk ve dostluk gözetilmez. Bunu kabul ediniz ve vuruşmamıza yer bırakmayınız, çarpışmayalım. Size altı saat süre veriyorum, altı saat içinde şehri terk ediniz, eğer bu süre sonunda sizi şehirde görürsem, siz de dahil olmak üzere bütün jandarmalarınızın başlarını kasap dükkanlarına asarım”.

Bu ültimatomu alan Ali Rıza bey, Biga’ da tek başına kaldı. Anzavur’ un korkusundan hiç kimse yanına yaklaşmıyor, konuşmak şöyle dursun, selam veren olmuyordu. Hatta bir çok dostu ona düşman gözü ile bakıyordu. Bu böyle değilse bile Ali Rıza beye öyle geliyordu.

Binbaşı bu durum karşısında Biga’ da tutunamayacağını anladı ve durumu vilayete bildirerek emrindeki jandarmalarla beraber Karabiga’ ya çekilmek mecburiyetinde kaldı.

Ali Rıza bey, o sırada Çanakkale hükümetinin, dolayısıyla İstanbul’ un emrinde bir memurdu. Fakat Kuvayi Milliye ye karşı değil di, ancak o, ortada mevcut olan asayişsizliği gidermeye memur edilmişti. Vazifesi memleket içi düzeni bozanlara karşı koymaktı.

Diğer taraftan düzeni ve asayişi kimin, hangi tarafın bozduğunu ayırt etmek de o sıralarda kolay değildi. Asayişi bozanlar ayırt edildiği takdirde, taraflı hareket etmek gerekirdi.

Binbaşı Ali Rıza bey, olayların gelişmesini bekledi, Karabiga’ da iki gün bu bekleyiş sırasında kendisi ve bölükleri dinlendi.

Üçüncü günü kuzey cephesi komutanı Kazım beyden bir telgraf geldi, bu açık tel ile Kazım bey şu emri veriyorsu:

“süvari komutanı Hafız bey Biga’ yı işgal etti. Emrinizdeki kuvvetlerle birlikte derhal kendisine katılınız ve bize bildiriniz. Katılmadığınız takdirde idam edileceksiniz”.

Bu emri alan binbaşının beyninde bir şimşek çaktı ve artık istikameti tayin edilmişti, şöyle bir düşündü, idam edilmek hiçten bile değildi. O sıralarda insanların kurşun kadar kıymeti yoktu ve sebepsiz canlara kıyılıyordu. Bu emri veren zat da o bölgenin Kuvayi Milliye komutanıydı. O bölge kuvvetleri emrindeydi. Kendisi de bu kuvvetlere katılmalıydı.

Kararını verdi. Artık Kuvayi Milliye emrinde çalışacak ve Kazım beyin emrini derhal yerine getirecekti. Hemen Biga’ daki Hafız beye katılmaya karar verdi.

Hiç vakit kaybetmeden subayları topladı, aldığı emri bildirdi.

“hemen Biga’ ya doğru yola çıkacağız, piyade erlere araba tedarik edilsin” dedi.

Bir saat içinde hazırlıklar tamamlandı, gece yarısından sonra yola çıktık, yarı yola geldiğimiz zaman Biga’ nın üstünde bir aydınlık gördük. Balıklıkaya’ nın iki tarafında iki büyük ateş yanıyordu. İşi hemen anladık, bu süvari alay kumandanı Hafız beyin işaretiydi. Biga’ yı işgal ettiğini her tarafa işaretliyordu.

Yolumuza devam ettik, Biga’ ya beş kilometre mesafedeki Güleç köyünden geçerken, köşe başlarında bekleyen bazı silahlı kimseler bizi görünce tabanları kaldırıp kaçıyorlar. Bu korkudan değil!

Köşe başlarında bekleyip geri dönmelerinden belli ki etrafı gözetleyip bir yerlere haber ulaştırıyorlar.

Durum meydanda, Anzavur boş durmuyordu. Ertesi sabah zavallı masum köylüleri kimbilir üzerimize nasıl saldırtacak ve yok yere ne kadar günahsızın kanının dökülmesine sebep olacaktı.

Acaba süvari komutanı beraberinde ne kadar bir kuvvet getirmişti. Bu merakımızı bir saat sonra giderecektik. Her halde süvarilerin sayısı bir alay kadar olacaktı. Bir alay süvariye sahip bir kuvveti de Anzavur Biga’ dan çıkartamazdı. İşte hülya ve münakaşalarla şehre girdiğimiz zaman ay da doğmuştu. Şehir sessiz di. Olaylar karşısında sinirleri bozulan şehir halkının maneviyatı Hafız bey kuvvetlerinin gelmesiyle daha da sarsılmış, araba ve ayak gürültüleriyle bizim de şehre girmemiz, heyecanı ve korkuyu büsbütün arttırmıştı. Evlerde perdeler açılıp kapanıyor, yanan lambalar söndürülüyordu.

Pis bir mezbahayı andıran ve kanların kuruması ile çirkin manzarasını muhafaza eden hükümet binasına girdik. Askeri dinlenmesi için koğuşa koyduk, şehit edilen üç jandarmanın akan kanları simsiyah duruyordu, burası sanki terkedilmiş bir mezbaha görüntüsü veriyordu.

Sabahleyin ilk iş burasının temizlenmesi olacaktı. Derhal kasabanın muhtelif mahallelerine devriyeler çıkartıldı, nöbetçiler kondu. O sırada tabur komutanı beni çağırarak şu emri verdi:

“Hafız bey ateş yanan Balıklıkaya’ da imiş, git kendisini gör, benden selam söyle, biz yüzelli jandarma ile Biga’ ya geldik. Şehirde devriyeler çıkardık ve yerleştik. Bir emirleri varmıdır? Biz de yukarı çıkalım mı? Yoksa şehirde mi kalalım? Alacağın cevabı bana getir”.

Derhal gittim, birinci ateşin başında yoktu, diğerine gittim, ben asker elbiseli süvari komutanı arıyorum. Bir sürü sivil, kimisi yatıyor, kimisi ateşin başında sigaraları tellendirmiş sohbet ediyordu. Subay ve askere benzer kimse yoktu, beni görünce bazıları ayağa kalktı.

“Hafız beyi arıyorum” dedim. Uzunca boylu, az siyah sakallı, siyah kalpaklı, ayağında Rumeli poturlu, meşin tozluklu, elinde bir kırbaç, belinde bir barabellum tabancası olan birisi ayaktaydı.

“Hafız bey benim” dedi.

Kumandanın selamını, yüzelli jandarma ile şehre geldiğimizi, onların yanına gelip gelemeyeceğimizi, başka emirleri olup olmadığını sordum. Bana:

“oğlum, ben yetmiş atlı ile Biga’ yı işgal ettim. Bir kısmı şehirde hayvanların yanında, diğer kısmı da benim yanımdadır. İki ağır makinalı tüfeğimiz var, birisi debboy tarafına, diğeri Çan yolu istikametine koydum. Siz sabahleyin her iki tarafa birer devriye çıkarınız, bu yolları kontrol etsinler, silahlı insanların geldiğini görürlerse bize iki el silah atmak suretiyle haber versinler. Kendilerini kurtarsınlar. Ben buradan değil insan, köpek bile geçirmem. Siz yalnız kasabanın asayişini muhafaza ve temin ediniz. Komutana da selam söyle”.

Maneviyatı çok yüksek ve kendisine güvenen süvari komutanı köpek bile geçirmem sözüne; Allahın inayetiyle, sözünü ilaveyi her nasılsa hatırına bile getirmemiş ve büyük konuşmuştu!

Ben oradan aldığım bu bilgileri tabur komutanına arz ettim ve gece tertibat alarak birkaç saat olsun uykuya daldık.

İKİNCİ BİGA BASKINI

 Sabahleyin güneş doğar doğmaz Balıklıkaya’ dan acı acı makinalı tüfek sesleri yeni bir felaketin başladığını haber veriyordu. Kumandan emir verdi; bütün jandarma mevcudunu topladık, kasabaya devriye için bir müfreze bıraktık ve hep beraber Balıklıkaya’ ya çıktık. Hafız bey bizi görünce:

“kumandan bey gelmenize hiç lüzum yoktu. Siz şehirde kalsaydınız, ben buradan müdafaamı mükemmelen yapardım” dedi.

Orada öğrendik ki Biga’ ya bir piyade alayı gelmek üzereymiş. Alay dün akşam kasabaya iki saat mesafedeki Hacı köyünde konaklamış, bu alayın gelmesi bekleniyormuş. Bunu işitince çok rahatladık. Ne de olsa muntazam top ve tüfekli, her cins silahı olan bir kuvvet. Alayın kumandanı Derviş bey (Merhum Derviş paşa) imiş.

Şimdi nerede ise gelecekler ve Biga olaysız işgal edilecek, müdafaası kolaylaşacaktı. Biz de Balıklıkaya’ nın bu iki tepesine taksim olduk, gördüğümüz manzara şu idi;

Biga’ nın batısındaki debboy ve Çavuşköy istikametinde atlı ve piyade kuvvetleri dalga dalga köylerden gelmiş, şehre girmek istiyorlar, fakat ağır makinalı tüfeğin karşısında duraklamışlar. Yalnız çerkes süvarilerinden olduğu anlaşılan bir gurup cadde boyundan ve çayın kenarından yanaşmaya çalışıyor. Hakikaten buradan şehre girilirse, arkamıza düşmüş olacaklardı. Bu tehlikeyi asker gözüyle gören tabur komutanı yüksek sesle:

“sağdaki makinalı! Debboyu görmüyor musun?” diye  acı acı haykırdı. Bu ağır makinalı tüfek çerkes atlılarına sürekli ateş açınca, bir anda allak bullak oldular, yuvarlananlar oldu, tarla kenarında tel örgülerde varmış, hayvanlarla dört nala çaya doğru koşarken tel örgüyü görmemişler, birbirlerinin üstüne yığıldılar, yuvarlandılar. Makinalı tüfek o anda tesirini göstermişti.

Bir jandarma mangası da şimdiki Namazgah’ ın altına, yani yola doğru indirildi. O manga, sağ yanımızı koruyacaktı. Bir müfreze de Çavuşköy’ e gönderildi. Tam cephemizde Havdan Pomakları mevzi almıştı. Arazi fundalık, çalılık olduğundan iyice peçelenmişlerdi. Bize durmadan ateş ediyorlardı. Çan istikametindekilerin yürümeleri ihtimali de vardı, o taraftan da isyancılar bağlıklara girmişler, şehre yanaşmaya çalışıyorlardı. Kasabanın doğusunda Yeniceköy sırtlarında toplu halk yığınları görülüyordu.

Sonradan öğrendiğimize göre, Anzavur’ un muharebe idare yeri orasıymış. Anzavur Hacıköy’ deki alayın vaziyetinden sık sık haberler alıyor ve alayın geciktirilmesi için de o köye direktifler veriyormuş.

Kürt Mehmet çavuş debboy cephesini, Gavur İmam da Çanpazar’ ı yolunun emir ve komutasını üzerine almışlar.

Öğle vaktine kadar asiler bir türlü taarruza geçemediler. Üsrekli yaylım ateşiyle onları bulundukları yere mıhlamıştık. Bu arada beklediğimiz alay iki saatlik mesafeden bir türlü gelemiyordu. Sabrımız taşmıştı. Halbuki bulundukları yerden silah seslerini de duymuş olmaları lazımdı. Duymamış olsalar bile Hafız bey kuvvetleriyle bağlantı yapmaları lazımdı.

Öğleden sonra her cepheden saldırışlarla müthiş bir çarpışma başladı. Balıklıkaya’ daki bir avuç insanın üzerine binlerce isyancı ellerinde silah, balta, kazma, av tüfeği, çifte olmak üzere hücumları sıklaştırdılar.

Asıl kötü ve acınacak bir durum da, makinalı tüfeklerin su sandıklarının bozulmuş olmasıydı. Tüfekler bir şerit attı mı namlu ısınıyor, soğurmak mümkün olmuyordu. Bir aralık durum çok tehlikeli olmaya başladı. Cephemizdeki asiler bize çok sokuldular. Biz anlattığım vaziyette ateş ediyoruz, asiler bizi bastırıyor. jandarma süvari çavuşlarından Çanakkale’ li emektar ve çok kıymetli bir arkadaş (Hasan efendi) da omuzundan yaralanmış, onun yarasına da tütün basılıyor. Mendilleri eklemek suretiyle yarası sarılıyordu. Şarklı İsmail çavuş biraz da subayların gözüne girmek için mütemadiyen ayakta geziyordu. Subaylar ona:” haydi İsmail çavuş, erata biraz cesaret ver” diyorlardı. Bu sırada isabet eden bir mermi İsmail çavuşu kanlar içinde yere serdi. Tam sağ gözünün altından vurulmuş, gözü dışarı fırlamıştı.

          ALAYA İLK HÜCUM BAŞLIYOR

 Yaralıların ilk tedavilerini yapmak için ne süvari kumandanında, ne de biz de tek sıhhıye eri dahil, ilaç ve sargı bezi benzeri hiçbir malzeme yoktu.

İsmail çavuş oradan alındı, cephe gerisine götürüldü, cephedeki mendillerle yarası sarıldı, yerde baygın halde yatıyor ve acı içinde inliyordu.

Bir aralık debboydan Çavuşköy üzerine bir taarruz başladı. Bunu bizzat kürt Mehmet çavuş yapmıştı. Çavuşköy’ e girdiler. Buraya girmak demek şehre girmek ve arkamıza düşmek demekti. Çanpazarı istikametinden gelenler de bağlıkların arasından şehre giriyorlardı. Hafız beyin hayvanların başındaki süvarilerinin bir kısmı kurtulmuş, yanımıza gelebildiler ve şehrin Anzavur! cular tarafından işgalini haber verdiler. Şimdi biz Balıklıkaya’ da fiilen kuşatmaya alınmıştık. Diğer taraftan bizim debboy yoluna doğru indirdiğimiz emniyet müfrezesinden iki er gelerek, diğer arkadaşlarının şehit olduğunu ve şehirden arkalarına dolaşan asilerin ansızın bastırdıklarını, kendilerinin ancak kurtulabildiklerini haber verdiler. Akşama iki saat kalmıştı ki Biga işgal edilmiş, biz de tepe üzerinde mahsur kalmıştık. Alay da iki saatlik yolu aşıp imdadımıza hala yetişememişti.

Anzavur, bu siyasetinde de başarılı olmuştu. Silah seslerinden civar köylerde dahi durulmuyor. Makinalı tüfeğin kart sesi Karabiga’ dan işitiliyordu. Nasıl olurda burnumuzun dibindeki alay işitmez, bu vaziyeti nasıl haber almaz, bu köy, alayı mükemmelen oyalamıştı.

Alay komutanı süvari komutanının hangi kuvvetine ve kudretli silahına güveniyorda bu isyan bölgesinde umursamazca oturuyordu?

Müthiş bir heyecan ve hayal kırıklığı içerisindeydik. Cephaneler bitmiş, makinalı tüfekler çalışmıyor, tek tük tüfek patlatıyoruz. Bu sırada asiler her taraftan hücuma geçtiler, biz geri çekilmeye başladık. Şehre doğru inerken alayın topları İdriskoru sırtlarında mevziye girmiş, ilk mermileri bize atıyordu.

Alay şehre iki kilometre mesafedeki İdriskoru ssırtlarına yerleşti ve bir ağır makinalı tüfeği de şimdki tabakhane binaları yolundan bir müfreze ile şehrin doğusundaki Kocaköprü’ ye sokmaya muvaffak oldu. Silahlarımız kucağımızda, makinalı tüfeklerin parçaları omuzlarda, asilerle sokak muharebesi yapa yapa köprüye indik. Köprüden geçeceğimiz sırada alayın bir makinalısı üstümüze bir tehdit ateşi açtı.

Meğer alay bizim şehirde tutunmamızı istiyormuş. İyi ama, şehrin içi ve dışı asilerle dolmuştu, cephanemiz kalmamış, tutunacak bir müdafaa hattımız yoktu. Bu durum da ne yapabilirdik?

Tabur komutanı yüksek sesle haykırdı:

“ateşi kes! Yoksa mukabele ederim. Her iş bitmiştir, biz de alaya katılmaya mecburuz…” bu ihtar ateşi kesildi. Şimdi şehrin içinden arkamızdan ateş ediliyordu. Yaralananlar da vardı, zavallı kürt İsmail çavuş da yarı canlı orada kalmıştı. Biz de bitkin bir halde İdriskoru sırtındaki alaya gidebildik.

Alay, vaktinde Biga’ ya gelerek şehre hakim olmadığının ve müdafaa tertibatını almadığının farkında değildi. Biz neden Biga’ yı terketmişiz, diye iki komutan tartışmaya başladılar.

Akşam oldu, Biga’ dan kurtulan asiler yavaş yavaş, uzaktan alaya hücum ediyorlar, artık Anzavur kuvvetleri bizi kuşatmıştı. Yığın yığın bir sürü köylü halkın uzaktan bizi çevirdikleri görülüyordu. Güneş battı, o geceyi olaysız geçirdik. İçinde bulunduğumuz İdriskoru köyünün erkeklerini alay komutanı toplayarak:

“gerek içeriden ve gerekse dışarıdan alaya karşı bir ihanet ve casusluğunuz sabit olursa, köyün yakılacağını ve hepinizin öldürüleceğini şimdiden bilmiş olun” diye uyardı.

Bütün köy çerkes olduğundan, ufacık bir hadise karşısında alayın kendilerini affetmeyeceğini anlayarak çok ciddi şekilde adeta bizimle işbirliği yaptılar.

Bu müsademe münasebetiyle burada mühim bir konuyu anlatmadan geçemiyeceğim:

Biz balıklıkaya’ dan bozulduktan sonra, büyük kısım topluca silah ve teçhizatla köprüden geçmiş, alaya katılabilmiştik. Bu kuvvete mensup olup da yan emniyetleri için çatışma bölgesine serpilmiş, küçük gurupların yerlerinden alınmasına vakit kalmamıştı. İşte asıl kuvvetin çekildiğini gören jandarma ve Hafız beye ait kuvvetler, şehrin fiilen ve tamamen asiler eline düşmüş olmasıdan , içeride kalmışlar ve muhakkak bir ölümle karşı karşıya kalmışlardı. Bizi bozan ve takip eden asiler de Balıklıkaya üzerinden yürümüştü. Biga’ nın Boşnak mahallesi tam Balıklıkaya’ nın önünde ve yol üstündedir. İşte bu mahalle halkı istisnasız her birini gizlice evlerinde saklayarak şefkatle sinelerine basmışlar, Ethem kuvvetleri gelinceye kadar yedirip içirmişlerdir.

Bunlardan bazılarını örnek olarak verebilirim;

Merhum Boşnak Haşim ağa, Salih Dömeke’ nin babası ve fırıncı Osman Tezsevin, Anzavur’ cular tarafından o zaman evleri basılmış, içeride saklı olan Kuvayi Milliyecilere kadın çarşafı giydirilerek, birer ikişer komşu evlerine kaçırılmış, sonradan tekrar yine evlere alınmışlardır.

Anzavur’ cuların; Kuvayi Milliyecileri saklayanların evleri yakılacak, kendileri idam edilecek, diye mahale mahalle ilan etmelerine rağmen, büyük bir cesaretle, adeta onunla mücadele etmiş ve bir insanlık örneği göstermişlerdir. Boşnakların bu hareketleri sonradan gerek mahalli hükümetçe, gerekse memlekete hakim olan Kuvayi Milliye komutanlığınca takdir edilmiştir.

Şimdi yine İdriskoru’ ya dönelim; ertesi sabah civar köylerde misafir kalan Anzavur’ un adamları, tarhana çorbasını içtikten sonra yavaş yavaş şurada burada toplanmaya başladılar. Öğleye kadar Anzavur’ dan emir almamış olmalılar ki hiçbir harekatta bulunmadılar. Öğleden sonra her yandan düzensiz ve başı bozuk bir hücuma kalkıştılar. Fakat makinalı tüfekler bunları çil yavrusu gibi dağıttı.

İki saat sonra garnizonumuza birbiri ardına iki top mermisi düştü, bizi şaşırttı. Üçüncü mermi bizim Biga sırtlarına birkaç mermi savuran topumuzun tam önüne düşmüştü. Az kaldı hem nişancısını, hem de topu parçalayacaktı. Bu olay şöyle olmuş;

Karabiga’ daki topçu sınıfından bir müfrezecik  vardı. Oradaki tek sahra topunu manda ile Biga’ ya sürükleyerek getirmişler. Bunun başındaki gedikli başçavuş Mazhar adındaki bir arkadaşımızı da beraberlerinde getirmişler. Debboy deresine topu koymuşlar, Şah İsmail, Mazhar’ ın başına oturmuş, belindeki kamasını da çıkartarak:

“iyi atmadığın takdirde bu kamayı ciğerine saplayacağım” demiş. Çocuk , korkusundan mükemmel bir nişan alarak bu mermileri atmış. Bereket versin ki Biga’ da askerlik şubesinde hesap memuru olan İbrahim bey, bir gün evvel mermilerin bir kısmını saklamış. İbrahim beye sonradan işkence ile topun diğer aksamını söyletmişler fakat mermiler hatırlarına gelmemiş, fazla mermi elde edememişler.

Bizim alayda da Mazhar’ ın taburdan arkadaşı gedikli başçavuş Hüseyin vardı( Hüseyin halen orduda yüksek rütbeli kurmay, Mazhar’ da keza yüksek rütbeli bir topçu subayıdır).

Bu arkadaşlar Biga’ dan atılan topa ait bir miktar mermi olduğunu söylediklerinde oldukça endişeye kapılmıştık, bereket versin ki üç mermiden sonra arkası gelmedi ve kalanını da bulamadıkları anlaşıldı.

Biga’ dan atılan top üzerine Anzavur’ cular allah allah! sadalarıyla her koldan hücuma geçtiler. Bu üç mermi top ateşinin maneviyatları üzerinde tesiri olduğu belli idi, bu da bugün için son hücumları oldu.

Alay İdriskoru’ da üç gün üç gece kaldı. Asiler günden güne çoğalıyorlardı, bunların bir kısmı Anzavur’ un fikrine uygun olarak savaşmak için toplanmış, bir kısmı seyirci, diğer kısmı da alay bozulunca asker ve subayların paralarını ve elbiselerini, alayın eşyalarını yağma etmek için gelmişlerdi.

Onların aklınca alay saplandığı bu bataklıktan kurtulamayacak ve teslim olacaktı. Artık alayda ne hayvanlara, ne de askerlere yiyecek kalmamış, son gün de köylüden erzak alınmıştı. Zaten küçük olan bu köyün erzakını da bitirmiştik. Üçüncü gece alayın takip edeceği hareket hattı için son bir karar verildi.

Alayda bir hazırlık başladı! Biga’ ya taarruz mu? Yoksa geriye çekilmek mi? Taarruz ise kim bilir yarın kaç kişinin canı yanacak, kanı akacak, şehirde ne kadar ev yanacaktı.

Çünkü şehrin top ateşi altına alınması gerekiyordu, alay komutanı o gece bir harp meclisi topladı. Üst rütbeli subaylardan herkesin fikrini aldı, bir türlü ortak karara varılamadı.

Bu meclisde şunlar konuşuldu:

Biga top ateşi ile bombardıman altına alınacak ve bu ateş altında piyadeler yürüyerek şehir yeniden işgal edilecek.

Alayda yiyecek kalmadığı için acaba buna muvaffak olunacakmıydı? Alay ihtiyacını bu müddet içinde nereden temin edecekti? Bir avuç askerin onbinlerce kişiyle mücadele etmesine imkan yoktu.

Yeniceköy debboyundan onlarda mükemmelen silahlanmıştı. Sonra bu bir meydan muharebesi değildir, şehir ve sokak muharebesi olacaktı. Fazla olarak şehirde bulunan yüzlerce suçsuz insanın kanı akacak, evler yakılıp yıkılacaktı.

Bu mecliste jandarma tabur komutanı binbaşı Ali Rıza bey, şu konuşmayı yaptı:

“şehre top ateşi ile taarruz edilmesinin aleyhindeyim. Çünkü şehirde kadın, erkek, çocuk, ihtiyar ve hastalar var. Ben bu manevi sorumluluğu üzerime alamam” diye itiraz etti.

Sonunda bu meclis alayın muntazam şekilde çekilmeyle Gönen’ e dönmesini kararlaştırdı ve hazırlık ona göre başladı.

ALAY GÖNEN’ E ÇEKİLİYOR

Şafak sökerken, Dimetoka nahiyesi üzerinden bir yarma yaparak yürüyüşe geçtik. Sabah olduğu zaman asilerin tamamı arka ve yanlardan uzaktan ateş ederek bizi takip ediyorlardı. Güvemalan köyünden, Tahirovası’ na giderken durumumuz güçleşti. Sebebi ise, denizle dağ arasındaki saha kısmen bataklık ve dardı. Önümüz ve sağ yanımız tutulursa zor duruma düşebilirdik. Topların ve ağırlığın yoldan geçmesi lazımdı. Aklımıza gelen başımıza geldi. Bu dar yerleri asiler tutmuşlar, sıkışmıştık, sağ tarafımızdaki sırtlara kuvvetli bir taarruz ve gerilerden bir çevirme yapıldı. Oniki atlı çerkes yakalanarak tamamı imha edildi ve yol açıldı. Akşama mukavemet görmeden Gönen’ e vardık. Alay Gönen istikametinde yürürken bir gerçeği de burada belirtmeden geçemeyeceğim;

Dimetoka nahiyesinden tek bir kişi bile Anzavur’ un isyanına katılmadığı gibi, her fırsatta Kuvayi Milliyeye hizmet etmişlerdir.

Bilhassa buradaki tanınmış aydınlardan Hafız Asım, vilayet encümeni azası Ahmet Uygur beylerin gerek kuşatmada bulunan alayın iaşesine gizlice ekmek göndermek suretiyle yardımları, gerekse yunanlılar aleyhinde sonradan Ali ve Mehmet çetelerinin planlı bir şekilde kullanılması ve nihayet Anzavur’ un tuzağa düşürülmesinde de büyük payları ve hizmetleri olmuştur.

Yeniden alayın durumuna dönersek, işte alay bu fikir ve güvenle yürüyüşünü bu nahiyenin içinden yapmıştı.

Alay Gönen’ e çekildikten sonra İstanbul’ daki Peyam-ı Sabah gazetesinde Kuvayi Milliye düşmanı Ali Kemal, şöyle bir yazı yayınladı;

“suçsuz Biga halkına baskın ve işkence eden ve Çanakakle’ den gelen iki yüz jandarma ile süvari kumandanı Hafız Hüseyin halk tarafından kuşatılarak öldürülmüştür.” Yine aynı gazetenin 30 Mart 1336 tarihli baskısında; “kaymakam İzzet bey ile bir rum ve bir ermeni ki, hepsi altı kişilik bir heyet Zatışahaneye Biga’ daki Kuvayi Milliyecilerin zulüm ve şenaatlerini arzetmişlerdir” denmekteydi.

Anzavur, bir taraftan alayı takip ederken, diğer taraftan da bu alayın komutan ve subayları ile görüşen ve onlara Anzavur aleyhinde söz söyleyen ve eleştiren vatansever çerkeslerden bazılarının idamını emretmişti. Hacı köyünden emekli yarbay Tahir bey ve kasabadan Sefer bey ki, ikisini de bağlar arasında kurşunla idam ettirmişti.

Daha önce de adları geçen bu iki zat Gönen ve Manyas köylerine heyeti nasiha olarak giden üç kişiden ikisi idi. Her ikisi de saygıdeğer, vatansever insanlardı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir