Tarih Kitaplığı

Milli Mücadeleye Karşı Anadolu İsyanları “(Ahmed) Anzavur İsyanı” _ X.BÖLÜM

İhtiyarın tavsiyelerini dinlemiş, biraz ekmek peynir yedikten sonra atlara yem takarak basit bir tımar yaptıktan sonra, yorgun, bitkin ve düşünceli bir halde yola çıktık. Tam kasaba dışına çıkıyorduk ki karma devriye;

“kim O” diye seslendi.

Kasabadan çıkıncaya kadar birkaç defa daha aynı soruyla karşılaştık. Gece yarısını biraz geçmişti ki, ay ışığı altında Bursa yolundaydık.

Biraz ilerleyip Balıkesir, Bursa yoluna geldiğimizde, yol boyu şehirli ve köylü, kimisi atlı arabasına çocuğunu bindirmiş, yanına sadece birkaç yatak, yorgan almış, kimisi öküz arabasının arkasına kalan tek ineğini bağlamış göçüyor. Acıklı bir manzara, bu bitmek bilmeyen kafileye yol boyunca bütün gece arkadaşlık ettik.

Köprüye yaklaştığımız zaman güneş doğuyordu. Arkamıza baktık, bir karartı gördük. Bunların düşman süvarileri olduğunu anladık.

Bulunduğumuz yerden aşağı yukarı bir saat uzaktaydılar. Hemen atları mahmuzlayıp köprüyü geçtik. Köprünün diğer tarafında Kazım beyin tümeni istirahat halindeydi. Bizi durdurdular, gelip geçenler arasında asker ve subay olanları soruşturuyorlar, onları yanlarına alıyorlardı. Bizim aramızda asker ve subay yoktu. Hepimiz jandarma sınıfından olduğumuzdan hiç birimizi alıkoymadılar. Yolumuza devam ettik, bir köyde geceledikten sonra ertesi gün Bursa’ya ulaştık.

MÜTHİŞ BİR PANİK

 Üç gün Bursa’ da kaldık. Dördüncü gün gece yarısı derin uykumuzdan bizi otelci uyandırdı;

“efendiler başınızın çaresine bakın…yunan geliyormuş, şehir boşalıyor” dedi.

Hemen yataklarımızdan fırlayıp pencerelere koştuk. Bir de ne görelim, sokak mahşer yeri gibi, insandan, hayvandan geçilmiyor. Halk yollara dökülmüş, bir sel gibi akıyordu.

Şehir zifir karanlık, giyinip aşağıya indik, atlarımızı hazırladık, Yenişehir yoluna doğru yola çıktık. Uzaktan Bursa-Yenişehir yolunun tıkanmış olduğunu gördük. Araba, hayvan, insan birbirine karışmış, dalgalanıyordu. Bir kısım halk arabalarına yüklediği erzağını atıyor, boş araba ile daha hızlı kaçabileceğini sanıyordu. Endişe, artık her şey den önce can korkusuydu, bu korkunç bir panikti. Herkes yola çıktıktan sonra birbirine soruyordu;

“ne var, ne oluyor? Neden kaçıyoruz? Nereye gidiyoruz?”

Nereye ve nasıl gidebileceğini bilen yoktu, tek gerçek;

“yunan geliyormuş”

İşin acı tarafı jandarma ve polis de kaçıyordu.

Herkesi sebepsiz bir korku sarmış, insanlar garip bir ürküntü içindeydi(!)

O günlerde Vali Hazım Çarıklı idi,

Halbuki; yunanın Bursa’ ya girebilmesi için öncü kuvvetleri mağlup etmeleri lazımdı. Şehrin dışında ve Karacabey yolu üzerinde Bursa’ dan takviye olarak gönderilmiş, Balıkesir’ den çekilen Kazım beyin tümeni vardı. Mudanya istikametinde ise askeri birliklerden oluşturulmuş perde hatları mevzilenmişti.

Görünürde savaştan, silah seslerinden eser yoktu. Şehirde lüzumsuz bir panik yaratılmıştı. Biraz sakin olup mantıklı düşününce, bunun maksatlı bir provakasyonun neticesi olduğunu anlamak hiç de zor değildi.

Biz kendi aramızda bu durumu konuşurken, şehir tarafından kalabalığa seslenen;

“açılın! Yol verin! Vururum! Öldürürüm! “ diye bağıran bir ses duyuldu.

Bu ses bize yabancı gelmedi, bu sesi tanıyorduk.

Bu sesin sahibi Biga’ da bir ay kadar mutasarrıflık vekaletinde bulunan alay komutanı yarbay Emin bey’ di. Az sonra kendisi de göründü, emrinde bir bölük asker vardı.

Arkadaşlarımızdan üsteğmen (eski İstanbul jandarma alay komutanı Rıza Tümer) Emin beyi tanıyordu.

“beyefendi ne var? ne oluyor?” diye sordu. Aldığı vazifenin önemi heyecanından belliydi.

Bu binlerce insan dar bir şerit üzerinde ilerinden geriye, geriden ileriye doğru dalgalanırken, O bu kesif halk ve hayvan yığını arasından kendisine yol açmaya çalışıyordu. Bu sırada Rıza beyin sesini nereden tanıyacaktı. Ona beklediği cevabı nasıl verecekti?

“kör müsün? Görmüyor musun?” demişti.

Yarbay Emin beyin verdiği bu cevabı hem Rıza bey, hem de biz doğal karşılamıştık. Bir saat sonra ileride beş altı silah sesi işitildi.

Emin bey yürüyüş kolunu bir noktada kesmiş ve birkaç kişiyi yaraladıktan sonra panik durdurulmuştu.

Bunun üzerine ilerideki halk geriye doğru hücum etti, bunun üzerine atlı polisler de ortaya çıkarak halkı dağıtmaya başladılar. Fakat hiç kimse evine gitmiyordu, bir şekilde dereden tepeden diğer tarafta toplanıyordu. Biz bunun manasız bir panik olduğunu önceden anlamıştık. Geriye dönüp otele yerleştik. Yalnız içimizden Gönen jandarma komutanı olan arkadaş;

“bizi diri, diri kestireceksiniz, herkes kaçıyor, siz otele kapandınız” diye, korkudan bir türlü kendini alamıyordu. Tabi ki biz onu dinlemedik, otele geri gelmiştik. Sabah anladık ki, işin iç yüzü şöyleymiş;

Aynı gece Mudanya telgraf memurları makine başında uyumuşlar, Bursa cevap alamayınca Mudanya’ nın işgal edildiği şüphesine varmışlar. Yunanlılar geliyor haberi yayılmış, bu haber duyulmuş, büyümüş dal budak sarmış, kolera mikrobu gibi herkese bulaşa bulaşa paniğe dönüşmüştü.

Adeta barut fıçısına düşen kıvılcım gibi, koskoca bir memleketi çaresizlik içinde bırakmıştı.

Aslında Bursa’ da maneviyat yaşanan gelişmelerden dolayı bozuk olduğundan halk akın akın kaçıyordu. Ertesi gün soruşturma başladı, vazife başında uyuyan telgraf memuru idam edildi.

Şimdi bu konuyu burada bırakarak, Lapseki cephesine gönderilen binbaşı Ali Rıza Beyin durumuna gelelim;

Zavallı adamcağız Lapseki’ ye geliyor, ne düşman var, ne de cephe. Sadece elinde mutasarrıf beyin “ Biga’ daki kuvvetlerle Bursa’ ya çekiliyorum, siz de mümkün olan süratle bizi takip ediniz” şeklindeki telgraf emrini alınca şaşırıyor ve derin bir uçuruma yuvarlandığını anlamakta gecikmiyor.

Çok üzülüyor, nasıl üzülmesin ki; Biga o sırada yine hükümetsiz ve karışıklık içinde, Kurudere yolu ile Lapseki’ den geçse önünde Boşnak eşkıyaları ile kürt Mehmet çavuş ve adamları, sinsi sinsi köylerde saklanan eski Anzavurcular var.

Kim bilir kaç kişiyi pusuya düşüreceklerdi. Çan yolu ile gelseler önlerinde Asmalı Pomakları ve köylerde saklanan haydutlar var. Emrindeki jandarmalar zaten oranın yerlisi, acaba! Herhangi bir çatışmada kendisini yalnız bırakırlar mı? Çanakkale’ ye gidemez. Çünkü Biga’ ya yanına tüm birliğini de alarak oradan kaçmıştı. Gideceği her istikamet tehlikelerle dolu. Kaderine razı gelerek, derin bir düşünce içerisinde Çan üzerinden Biga’ ya doğru yola çıktı. Ali Rıza bey, yoluna devam ededursun; bu arada iki kuvvet ve iki şahıstan bahsetmek yerinde olur.

Bunlardan birincisi; Biga’ lı kumuk Raşit bey,

İkincisi; Çan’ lı Osman efendi dir.

Raşit bey, Biga’ nın Doğancı köyünde oturur, uzun süre Biga’ da belediye ve parti başkanlığı yapmış, aslen Dağıstan’ lıdır. Çevresinde saygın bir insan olduğu için, emrinde yüz, yüzelli kadar kendi hemşehrilerinden oluşan bir silahlı kuvvete sahip, istediği anda bu kuvveti de toplayabiliyordu.

Bu zat Kuvvayi Milliye tarafında görünmekle birlikte, Hamdi bey ve arkadaşlarının uğradığı büyük hezimet ve felaket karşısında, pasif ve tarafsız kalmıştı.

Hamdi beyin ilk teşkilatlanma döneminde, yaptığı bazı şahsi yardımları inkar edilemez. Gelinen bu noktada bir şeyler yapmaya gücü yetmemektedir ancak, kuvvetleriyle birlikte gerek kendisi, gerekse kendisine bağlı köyleri, topraklarını koruma ve savunma için tetiktedir.

Raşit bey ilk Biga baskınında Anzavur’ la birlikte omuzunda filinta ile Biga’ ya gelmişti. İşte bu gelişi de ya Anzavur’ un korkusundan yada onun hatırından çıkamadığı için di.

Bundan Anzavur’ un bir kazancı vardı, O da halka Raşit beyin de kendi tarafında olduğunu göstermekti. Bundan da anlaşılıyordu ki böyle davranarak o kara günlerin tehlikelerini ancak günün siyasetiyle atlatmak istiyordu. Mertçe bir harekete cesareti yoktu.

Osman efendiye gelince; bu zat eski derebeylerinden nüfuzlu, hatırı sayılır bir şahsiyet ve medeni cesarete sahip kişiydi.

Orta derecede okur yazar, ilçede, özellikle kendi bölgesinde saygın ve her dönem meclisi umumi de üye, Vilayette tanınmış ve varlıklı birisidir.

Hangi köylünün gerek resmi, gerek şahsi bir dileği olursa yada zor duruma düşerse, doğrudan Osman efendiye gelir, O da onlara yol gösterir, yardım etmeye çalışırdı. İş bitirici olmasından dolayı, ilçeye bağlı elliden fazla köy, iyi ve kötü günlerinde Osman efendinin emrinde toplanır, her zaman arzusuna kayıtsız ve şartsız itaat ederlerdi.

Osman efendi, tecrübeli ve çok akıllı, tam manasıyla bir derebeyidir.

Eskiden beri hükümet amir ve memurlarıyla samimiyeti olduğu için, hükümet nüfuzu ve manevi şahsiyeti ve otoritesi nedir bilir, yeri geldiğinde halka bu şekilde fikir ve telkinlerde bulunurdu.

Bu telkinlerin zamanı gelmişti artık. Ne için öldüğünü veya öleceğini bilmeyen, hangi yola gittiğin göremeyen halk, körü körüne Anzavur’ un arkasına takılıp sürüklenirken, bu ilçeye bağlı elli, altmış köyün ileri gelenleri, Osman efendiye başvurup, akıl danışmışlar.

Osman efendi, Hamdi beyle aynı görüşteydi. Sırası geldikçe ona yardımcı olmuş, milli mücadelenin hedefini tam manasıyla kavramış bir insan sıfatıyla, emrindeki köylüyü uyarmış ve Anzavur’ un kötü emeller peşinde koşmakta olduğunu anlatarak, herkesin silahlarını hazırlayarak, köylerde eli silah tutan gençlerden kuvvetler teşkil edip, hazırlıklı olmalarını söylemişti.

Osman efendi bunun arkasından şöyle bir plan da hazırlamıştı;

Çan ilçe merkezine bir baskın yapılması olasılığını düşünerek herhangi bir tehlike anında, ilçe merkezinden başlayarak, en yakın köyden, en uzak köylere kadar, gece veye gündüz üçten fazla atılacak silah sesi baskın veya yardım işareti sayılacaktır.

Böyle bir silah sesini duyan her köylü, en yakın köye aynı şekilde haber verecek ve böylece bütün köylerin silahlı birlikleri ilçe merkezinde toplanacaktır.

Bu parola bütün köylerin tamamına öğretilmiş ve her köylü bir asker gibi muntazam er haline getirilmiştir.

Osman efendi, aynı zamanda kendi kuvvetlerine de güveniyordu, 700-800 kadar silahlı asker çıkartması onun için hiç de zor değildi.

Balıkesir’ deki tümen komutanı Kazım bey ile temas halindeydi. Bu şahıs, Anzavur’ dan hiç korkmamasına rağmen, milli kuvvetler gelinceye kadar beklemeden onun üzerine tek başına saldırmayı da manasız buluyor, savunmada fayda görüyordu.

Onda mükemmel bir savunma düzeni vardı. Anzavur, o sırada Çan üzerine yönelmişti.

İşte Osman efendinin bu kuvvetli durumunu gören Anzavur, Çan ilçesine uğramadan doğru Biga’ ya dönüyor. Ondan sonra Hafız beyin kuvvetleri Gönen yolundan geliyor, jandarma tabur komutanı Ali Rıza bey de Hafız beyin kuvvetlerine katılıyor ve bu şekilde ikinci Anzavur baskını yapılıyor.

Şimdi biz yine Ali Rıza beye dönelim;

Çan’ a kadar hiçbir engel ile karşılaşmadı, Çan boğazında kendisini beklemekte olan Asmalı eşkıyalarından Gavur imam çetesinin pususuna düştü. Emrindeki jandarmalar kaçar, çünkü hepsi de oranın yerlisi. Kendisini ve yanındaki bir yüzbaşıyla üç teğmeni Pomaklar teslim alır. Eşkıya bunlara işkence ederek elbiselerini soyup çizmelerini de alır. Ayaklarında eşkıyanın verdiği çarıklarla doğruca Gavur imamın köyüne giderler.

İmam, bunlara yaptığı bir sürü hakaretten sonra, üç gün bir ahıra hapseder, ara sıra ölmeyecek kadar arpa ve mısır ekmeği verir. Üçüncü gecenin sonunda bir pomak hoca gelir;

“yarın sabah idam edileceksiniz, bu akşam tövbe, istiğfar edin” diye telkinde bulunur.

Onlar için idam nedir ki? Artık yunan da geliyor. Hükümet yok, Kuvvayi Milliye tarihe karıştı, olanların sorumluluğunu ve günahını kim arayıp soracak?

Şimdi bu durumda ne yapsınlar? Hükümetin binbir masrafla okuttuğu, millete ve memlekete yıllarca hizmet etmiş ve bu uğurda saçlarını ağartmış, aynı duygularla bu felakete sürüklenmiş, dört beş çocuk ve aile babası olan bu emektar binbaşı ile yanındaki dört genç subay, körü körüne bu vatan ve millet düşmanı eşkıyanın kirli paslı bıçakları altında can vermeye mahkum durumdadırlar.

Peki bu durumdan nasıl kurtulacaklar?

Sessiz sessiz konuşuyorlar, kapıdaki nöbetçi pomağı bir bahane ile yakalayıp bağlayarak tüfeğini elinden alıp kaçmaktan başka çare bulamıyorlar. Son karar bu…

Aynı gece herkes uyuduktan sonra nöbet değişiyor. Yaşlıca sakallı bir adam geliyor, bir müddet oturduktan sonra Ali Rıza bey Boşnak olduğu için pomakçayı da konuşurdu, bu adama diyor ki;

“bizi nasıl olsa yarın idam edeceksiniz, hocanız geldi tebliğ etti. Böyle idam mahkumlarının son günlerinde ve saatlerinde mümkün olan her arzuları yerine getirilir. Dinimiz bunu emrediyor. Biz sizden ne tatlı, ne de tuzlu, zevkimizi okşayan bir şey istemiyoruz. Sen yaş yaşamış adamsın, şu acı sigaramıza bir ateş olsun, ver de bir iki sigara ile azıcık teselli bulalım, çünkü uyku tutmuyor”

Böyle dil dökerek pomağı kandırıyor, arkadaşlarını da hazırlıyor. Bunun üzerine nöbetçi pomak kapıyı açıyor, kokulu kavla çakmağını yakıyor, tam o sırada birisi tüfeğine, birisi gırtlağına sarılıyor, üçüncüsü de adamın kuşağını çözüp kollarını sımsıkı bağlıyor. Ağzına da bir mendil tıkıyorlar ve önlerine katıp yola çıkıyorlar.

Ay ışığı işlerine yarıyor, etrafı iyice görebiliyorlar. Pomak kendilerine yol gösteriyor, dağlık araziye saparak Gönen’ e doğru ilerlemeye başlıyorlar.

Bu yürüyüş o kadar hızlı ve kesintisiz olmuş ki, buna kendileri de şaşırıyor ve ayaklarındaki eski çarıklarda hayli zorladığı halde yürüyorlar ve gün ağarırken kesif bir ormanda mola veriyorlar.

Gündüz yolculuk işlerine gelmediği için, yeniden havanın kararmasını bekliyorlar. Kolları bağlı Pomakla beraber hava kararınca haydi! Deyip yeniden yola çıkıyorlar. Gece yarısına kadar yürüdükten sonra Sarıköy ilçesine geliyorlar ama bu sefer ormanda sabahın olmasını bekliyorlar.

Ali Rıza beyin amacı ve hedefi aslında Sarıköy’ e gelmektir. Subaylardan birisinin ailesi de Bandırma’ da dır. O da şöyle bir teklifte bulunur;

“doğru Bandırma’ ya gidelim, oradan birer ikişer İstanbul’ a geçmenin çaresini buluruz” Bu teklif kabul ediliyor.

Sarıköy’ ün orman kenarında sabahlayan beş arkadaş güneş doğarken çan sesleri ve koyun, keçi sesleriyle uyanıyorlar, bakıyorlar ki  köyün sığır ve koyun sürüleri kendilerine doğru geliyor.

Sürü yaklaşıyor, beş arkadaşı gören çobanlar, duraklıyorlar ve manalı manalı bakmaya başlıyorlar.

İçlerine şüphe giren çobanlar; bu beş kişinin kıyafeti köylü kıyafeti, başlarında yağlı fesleri var, fakat Pomak yüzlü değiller. Bunlar yabancı ve acayip görünüşlüler, esrarengiz sakalları ve bıyıkları yok, beşi de tıraşsızlar.

Ali Rıza bey gözüne kestirdiği çobana sesleniyor;

“oğlum! Burada jandarmalıktan terhis olmuş bir Ahmet çavuş olacak, tanıyor musun?”

Çoban;

“tanıyorum”

Ali Rıza bey sevinir.

“aferin sana, hemen köye var, Ahmet çavuşa haber ilet, buraya gelsin, bir ahbabın istiyor de… sana da para veririz.”

Para lafını duyan çoban soluğu ilçede alıyor ve az sonra peşinde Ahmet çavuş olduğu halde dönüyor.

Ahmet çavuş aynı zamanda oranın Müdafi Hukuk Cemiyetinin reisiymiş. Ahmet çavuş,  karşısında üstünde eski püskü kıyafetle, yırtık çarık, yağlı fesle eski komutanını görünce, Ali Rıza beyin boynuna sarılıyor.

Yürüyün eve gidelim, beş arkadaş uzun ve meşakkatli bir yolculuktan, mutlak ölüm tehlikesinden kurtulduktan sonra, biraz olsun rahata kavuşuyorlar.

Ahmet çavuş, hamam yaktırıyor, beş arkadaşa konu komşu dolaşıp temiz elbiseler, ayakkabı ve çamaşır buluyor.

Ali Rıza bey ve arkadaşları temizlenip dinlendikten sonra soruyor;

“nereye gideceksiniz?”

“Bandırma’ ya” diyorlar.

“Bu pek kolay değil, her taraf yunan işgalindedir”

Ahmet çavuş, yine de ertesi sabah güvendiği bir arabacının yaylısını kiralıyor, Ali Rıza beye bir miktar para ve birkaç mendil vererek yolcu ediyor.

Beş arkadaş Bandırma’ ya varınca, şehrin yunanlılar tarafından işgal edilmiş olduğunu görüyorlar ve arabayı doğruca yüzbaşının evine sürüyorlar.

İki gün bu evde misafir kaldıktan sonra iş yine sarpa sarıyor.

İşgal kuvvetlerine yardakçılık yapanların ihbarıyla evde subay olduğu ve iki iki gün önce gelen beş misafirin de subay olması ihtimali bulunduğu bilgisiyle yunan komutanlığına rapor veriliyor.

O anda beş arkadaş yakalanıp sorguya çekiliyor ve kimlikleri tespit edildikten sonra hapse atılıyorlar. Ne kötü bir tecelli!..

Bu aydın subaylar, şimdi bir sürü ipten kazıktan boşanmış hırsız, eşkıya, kumarbaz, serkeş, türlü mahkumlarla yan yana, koyun koyuna oturup yatmaya, berbat bir hapishanede çile doldurmaya mahkumdurlar artık!

İçlerinde korkunç hislerde beliriyordu, bir gece boğularak bir çukura atılmayacaklarını kim bilebilir ki… bunun aksine aylarca, belki de senelerce burada hapis kalabilirlerdi. Bu son ihtimal onlara ölümden de beter geliyordu.

Bir hapishane köşesinde unutulmak, parasız, aç, sefil yaşamak ve her an hakaret görmek, tahammül edilir şey değildi. Hepsi ölüme razıydılar.

Bu talihsiz arkadaşlar Bandırma hapishanesinde sorguya bile çekilmeden tam on ay kaldılar.

On ay sonra Çanakkale jandarma dairesine barış koşulları gereğince gözlemci olarak gönderilen ve bundan önceki olaylarda adı geçen Fransız yüzbaşısı mösyö Bonsey, İstanbul işgal komutanlığı dairesine tayin edilmişti, bir gün aklına geliyor!

“acaba” diyor, Biga’ daki gürültü, patırtılardan sonra dostum Ali Rıza bey ne oldu?

Araştırıyor, soruşturuyor ve nihayet dostunun Bandırma hapishanesinde tutuklu olduğunu öğreniyor. İlk işi Ali Rıza beyi kurtarmak için harekete geçmek oluyor.

İşgal komutanından tahliye emri alarak hemen bir torpidoya binip Bandırma’ ya geliyor ve bölge işgal komutanına tahliye emrini gösteriyor.

“bu şahsın derhal tahliyesini istiyorum” diyor.

Mahkumların kayıt defterini açıyorlar, Ali Rıza adı yok! mahkumların listesine bakıyorlar orada da yok, nihayet bütün mahkumları sıraya dizip mösyö Bonsey’ e gösteriyorlar.

Fransız yüzbaşısı, Ali Rıza beyi tanımıyor, ama Ali Rıza bey dostunu tanıyıp sıradan çıkıyor.

“Mösyö Bonsey!” Diye haykırıyor.

Fakat o sırada çok acıklı bir olay oluyor, Ali Rıza beyin sıradan çıktığını gören yunan jandarmalarından bir er Ali Rıza beyin suratına bir tokat atıp;

“sıraya gir” diye bağırıyor.

Adı ile çağrıldığını duyan mösyö Bonsey, Ali Rıza beyin yanına koşuyor. Ali Rıza bey tanınmaz bir haldedir. Saç, sakal birbirine girmiş, kaşlar gözlerine inmiş, tırnakları uzamış, on aydır su görmemiş, yüzü balmumu gibi sararmış, bozuk kıyafetli bir adam hıçkıra hıçkıra ağlıyor.

Mösyö Bonsey, Ali Rıza beyin koluna girer;

“buyurunuz, serbestsiniz”

Ali Rıza bey, tutuklu dört arkadaşı daha bulunduğunu söylüyor, Bonsey onları da tahliye ettiriyor.

Artık iş Ali Rıza beyi temizlemeye geliyor, hemen hamama gönderiyor, arkadaşları ile yıkattırıyor, Ona ve arkadaşlarına elbise, çamaşır, ayakkabı alıyor, karınlarını doyuruyor, istirahat ettiriyor, sonra soruyor;

“nereye gitmek istersiniz”

Ali Rıza beyin ailesi Biga’ da kalmıştı, on aydır hiç haber alamamıştı, gitmek istediği yer Biga’ dır. Diğer arkadaşları da İstanbul’ a gitmek istiyorlar.

Mösyö Bonsey;

“peki” diyor, arkadaşlarını bir vapurla İstanbul’ a gönderiyor.

kendisini de bindikleri torpidoya alarak, Karabiga’ ya doğru yola çıkıyorlar. Karabiga’ dan araba ile Biga’ ya geliyorlar. O sırada Karabiga İngilizlerin, Biga’ da Yunanlıların işgalindedir. Mösyö Bonsey, Ali Rıza beyi yunan komutana tanıtıyor ve şöyle diyor;

“Ali Rıza bey bir ay burada kalacak. Çok düşmanı vardır, hayatını size emanet ediyorum. Eğer kendisine bir suikast yapılırsa, bu olay Fransa ile Yunanistanın arasını açabilir. İstanbul işgal komutanının emri de budur”

Sonra, Ali Rıza beye dönüyor, kartvizitini veriyor;

“bir ay sonra İstanbul’ a gelir beni bulursunuz” diyerek elini sıkıp Biga’ dan ayrılıyor.

Ali Rıza bey Biga’ da kaldığı müddetçe Anzavurcular;

“düşmanımız gözümüzün önünde dolaşıyor da bir şey yapamıyoruz” diye diş biliyorlar.

Fakat ona el sürmeye cesaret edemiyorlar. Yunan komutanı, bu konuda lazım gelenlere kesin emir vermiş,

“Ali Rıza beyin kılına dokunanın kellesi gider”

Bir ay sonra, İstanbul’ a geçen Ali Rıza bey, mösyö Bonsey’ i buluyor;

“senden bir dileğim daha var! Beni inebolu’ ya gönder”

Ve Fransız yüzbaşısı mösyö Bonsey dostunu kırmıyor, bir vasıta ile Onu İnebolu’ ya gönderiyor.

Ali Rıza bey, Milli Mücadele devamınca Maraş jandarma komutanı, daha sonra jandarma müfettişi olarak görevini sürdürüyor, ancak ne yazık ki Milli Mücadelenin kazanılmasının hemen ardından vefat ediyor.

Ali Rıza bey hakkındaki bu detayları, onun damadı ve 1937-1938 yıllarında Ankara muhafız tabur komutanı, binbaşı Rıza Tümer’ den dinledim.

Şimdi tekrar Biga’ ya dönüp durumu gözden geçirmeye devam edelim.

YUNAN İŞGALİ BAŞLARKEN

 İşgalin başlaması ile beraber, Anzavur ilk iş olarak Kuvvayi Milliye’ ye taraftar olanlardan intikam almak için harekete geçmişti.

Bunun için önce müftü Hamdi beyi aramıştı. Müftü başına gelecek akıbeti tahmin ettiği için ilk fırsatta İstanbul’ a kaçmış, ıssız semtlerde saklanıyordu.

Onun için İstanbul en tehlikeli yerdi. Anzavur’ un emrindeki çeteler orada toplanmış, para yiyor, aynı zamanda Biga, Bandırma ve Gönen’ den kaçarak İstanbul’ a gelen Kuvvayi Milliyeci vatansever adamları, orada bulup tehdit ederek para alıyorlar, İstanbul gibi medeni bir memleket, bu eşkıyaların yaptıkları işler için müsait, dağ başı oluyordu.

Zavallı müftü orada da barınamayacağını anladı, çünkü onu hem çeteler, hem de hafiyeler ve polisler arıyordu.

Onu sevenler kendisine;

“durma, nereye gidersen git!” demişlerdi.

Müftü, bir dostunun yazılı tavsiye notu ile, Trakya köylerinden birinin yolunu tuttu, korku içinde oraya varmıştı.

Ne kötü tesadüftür ki; bu köye hoca durmak için İstanbul’ dan biri gönderilmiş, müftüyü orada bulmuştu. Müftü, ittihak ve terakki partisinde çalışırken, gelen hoca da hürriyet-i itilaf partisindeymiş. Bir tarihte Biga’ ya ramazan hocası olarak geldiğinde müftü efendi, kendisine zengince bir köy vermemiş de, daha küçük bir köye yollamış, o yüzden müftüye nefreti varmış.

Ayrıca da müftüye particilikten de kin besliyormuş. İstanbul’ dan gelen hoca müftü ile camide yalnız kaldıkları bir sırada;
“şimdi kıstırdım! Seni İstanbul’ da vızır vızır arıyorlar, şimdi ne yapacaksın?” demiş.

Zavallı müftü, İstanbul’ da sualsiz, sorgusuz asılan adamları, Dramalı Rıza beyin akıbetini de biliyordu, o anda darağaçları çatal, çatal gözünün önüne gelmiş.

Hocaya gözleri dolarak; “ vicdanınıza, namusunuza teslim ediyorum kendimi. Benim bu köyde müftü olduğumu bilmiyorlar, ufak tefek köy hocası sanıyorlar, ne olur beni ele verme” demiş.

Hoca da iyi kalpli bir adammış, o köyden gitmiş ve hakikaten de kimseye söylememiş, fakat müftü efendi bir hayli tedirgin olmuş.

O sırada, Cafer Tayyar beyin, Rumeli’ de Milli teşkilat yaptığını haber alan müftü efendi, o köyden güvendiği ve Kuvvayi Milliye taraftarı birisinin tavsiyesi ile kendisini Cafer Tayyar beye tanıtmış ve korkusuzca o köyde iki buçuk yıl kalmış. Köylü onun değerini anlamış ve hürmet etmiş, kurtuluş ordusu geldikten sonra O da Biga’ ya dönmüştü.

Anzavur’ nu aradığı ikinci şahıs da polis Nail di. Bu arkadaş Kani bey Karahasanları hapishanede imha ederken, Ona yardım etmiş, bu işi birlikte yapmışlardı. Ona göre Karahasanlar tekrar hapishaneden çıkar Anzavur’ a katılırsa isyanın etkisi daha büyük ve kanlı olacaktı.

O yüzden Kuvvayi Milliye’ ye hizmet olsun diye yapmıştı. Sonunda o da yakalandı, fakat şehirdeki rum ve ermeni, Hristiyan vatandaşlar onu yunanlılardan ve yerli ileri gelenler de Anzavur’ dan kurtardılar, öldürtmediler ama iki buçuk yıl Atina’ da mahpus ve esir hayatı yaşadı, Biga’ da kalan ailesi ise sefil durumda kalmıştı.

Polis Nail’ in arkadaşı Celal çavuş’ a gelince;

Bu delikanlı kasabadan dava vekili çerkes Rıza beyin kızı ile nişanlı idi. Orada bir süre saklandı, ev birkaç defa arandı, bir taraftan Karahasan’ ın arkadaşları durmadan Celal’ i arıyor, diğer taraftan da Anzavur sıkıştırıyordu.

Celal, Çanakkale’ li idi. Bir gün nişanlısının evine birkaç çerkes geldi. Celal çavuşu bir gece gizlice Çanakkale’ ye kaçıralım, buradan kurtaralım diye söz verdiler. Onlar da gelenler kendileri gibi çerkes oldukları için inandılar ve Celal çavuşu onlara teslim ettiler.

Ne yazık ki, onlarda bu erkek güzeli yiğit delikanlıyı alıp Karahasan’ ın arkadaşlarına teslim ettiler.  Celal çavuşu ele geçiren eşkıya O gece Yeniçiftlik civarında işkence ederek onu şehit etti.

  YUNANLILARIN ÇAN BASKINI

Balıkesir, Gönen, Bandırma, Biga, Ezine, Bayramiç, Ayvacık gibi civar il ve ilçeler, Yunan kuvvetleri tarafından ilgal edildiği halde, Biga’ ya bağlı ve otuz kilometre mesafedeki Çan ilçesi, beş gün geçtiği halde henüz işgal edilmemişti.

Buna sebep de Çan’ lı Osman efendinin bütün çevre köyleriyle anlaşarak kuvvetli bir teşkilat ve ittifak oluşturarak savunmaya karar vermesiydi.

Bu durum, Yunanlılardan ziyade Anzavur’ un nüfuzuna indirilen bir darbe sayılıyordu ki Anzavur’ da bu sebepten üzüntü içindeydi.

1337 Ocak sonlarında Anzavur, Biga işgal komutanına, Osman efendinin Biga’ ya baskın düzenlemeye hazırlandığını söylemiş ve ikna etmiş.

Yunan komutanı da bu tehlikeyi önlemek amacıyla, yedi makinalı tüfekle desteklenmiş, kuvvetli bir müfreze göndererek bir sabah Çan’ ın etrafını sarmış.

Bu arada Çan telgraf memuru olan bir Arnavut ile İrakli adında bir rum, Yunanlılara Osman efendinin bucakta olduğunu ve yanında silahlı adamları olmadığını, gizlice Yunanlılara haber vermeleri de onlara cesaret vermiş.

Bucağın kuşatıldığını gören halk, ilk önce bir yolunu bularak Osman efendiyi kaçırmaya muvaffak olmuş, karşılıklı yapılan çatışmanın silah seslerine civar köylerden akın akın gelen kuvvetler yetişmiş ve bucağı kuşatan yunan kuvvetlerini sarmışlar.

Osman efendinin komutasında beş altı saatlik bir çatışmadan sonra, kuvvetli yunan müfrezesinden yirmi kişi kadarı sağ kurtulabilmiş, gerisi tamamen imha edilerek silahları da milis kuvvetlerinin eline geçmiş.

Şimdi bundan daha büyük bir baskın bekleniyordu. O sırada bir de eşkıya belası vardı başlarında, Ezine yöresinde Arnavut Aziz ve diğer çeteler birleşmiş, merhametsizce köylere baskın yaparak halka işkence ediyor, ellerinde avuçlarında ne varsa alıyorlardı.

Bunların yaptıkları da adeta yunanla işbirliği içerisinde olduklarını gösteriyordu. Çan köylüleri bunlara karşı da tedbir almak zorunda kalmışlardı.

Bu baskından bir hafta sonra kadardı, Ezine, Bayramiç ve Biga’ daki yunan kuvvetleri dört koldan Çan üzerine yürüyüşe geçmişler.

Osman efendi buna karşı da tedbir almış gelişmeleri büyük bir soğukkanlılıkla takip ediyordu.

Yunan saldırısı Edremit’ ten yürüyen kuvvetlerin top sesleriyle önceden haber alınmış, Edremit istikametinden Çan’ a gelirken yol üzerindeki Saneteli köyüne yaklaşan yunanlılar Kanlıdere’ de köylünün kuvvetli savunması ile karşılaşmışlardı.

Bu köylüler, yunan kuvvetlerini bu derenin “Kanlı” kelimesine yaraşan kahramanlıkla önemli zayiata uğratmış, şaşkına çevirmişti. Ne yazık ki, arkadan yetişen yunan topçusu etrafı ateş topuna çevirmiş, bu kahraman köylü durumun kötüye gittiğini görünce geri çekilerek Çan’ a sığınmıştı.

Diğer kuvvetlerinde, Çan üzerine yürümesiyle, bütün halk mal ve can kaygısı ile dağlara saklanmış, Osman efendi de kuvvetleriyle birlikte Gelibolu’ daki Fransız bölgesine geçmiş.

Çan’ a giren yunan kuvvetleri savunmasız kalan evlerin tamamını yakmış, mallarını yağma etmiş, Anzavur’ da bu sayede hem Osman efendiden, hem de Türk köylüsünden intikamını almıştı.

Biga ve Lapseki’ de hükümet kalmamış, hapisteki tutuklu ve hükümlüler tahliye edilmiş, buradaki katil, hırsız, eşkıya, köy ve şehirlere dağılmış, terör yeniden başlamıştı.

Yeni yeni irili ufaklı çeteler faaliyete başlamıştı, bunlardan Biga’ nın Dimetoka ilçesinde oturan ve Lapseki hapishanesinde kardeşi Osman’ la beraber bazı suçlardan mahkum çingene Ali, hemen bir çete kurarak, Dimetoka ilçesinden Tahsin ve Yeniçiftlik köyünden, beş altı kişilik çetesiyle dolaşan yirmibeş yaşlarında Mehmet’ le birleşiyorlar.

O sırada yunanlılar Bandırma ve Gönen bölgesinden Biga’ ya doğru ilerlemekte iken, Tahsin ve Ali çetesi, Tahirova istikametinde, biga’ nın üç saat uzağında yunan askerlerini pusuya düşürüp  bir bölümünü imha ediyorlar.

Yunanlılar bu çeteyi yok edip Biga’ yı işgal ederek kendilerine göre bir hükümet kuruyorlar, Manol çavuş adında bir rum’ u da icraat ve işkenceye memur ediyorlar.

Manol çavuş, silah ve cephane aramak bahanesiyle, memleketin ileri gelenlerini hapse atarak, çeşitli işkenceler yaparken, yeniden hortlayan Anzavur ve arkadaşlarına, hacı köyünden ve meşhur hırsızlardan Hacı bey de katılarak, halka amansız bir zulüm, gizli yada aleni farketmeksizin soygunlar yapıyorlar.

Yunan komutanı buna göz yumuyor, Kürt Mehmet çavuş ve adamları da yunan elemanı gibi çalışıyor, o esnada Karabiga’ da İngilizler tarafından işgal ediliyordu.

Şimdi ilçe bölgesinde Biga-Karabiga yolu sınır kabul edilerek, yolun doğusu Yunanlılara, batısı da İngilizlere olmak üzere asayiş ve idare bakımından aralarında böyle bir paylaştırma yapılıyor. En önemlisi, Tahsin ve çingene Ali çetesi bu iki kuvvet arasında alabildiğine eşkıyalık yapıyor ve çete sayısı her geçen gün artıyor.

Fırsat buldukça, Dimetoka ilçesindeki yunan kuvvetlerine bile baskın yapıyorlar, hatta Biga’ daki yunan hükümeti ve komutanı dahi geceleri bu çetenin korkusundan olağanüstü tedbirler almaya mecbur kalıyordu.

Çeteler mümkün olduğunca İngiliz bölgesinde hiçbir asayişsizlik yapmamaya ve İngiliz kuvvetlerine görünmemeye dikkat ediyorlar.

Bu sırada Dimetoka ilçe merkezinde Yunanlılarla çete arasında şiddetli bir çarpışma oluyor, çetenin asıl reisi olan Tahsin diz kapağından yaralanınca arkadaşları tarafından oradan kaçırılıyor, bu çatışmanın sonunda yunanlılar da beş altı ölü ve yaralı veriyorlar.

Yunanlılar Tahsin’ in yaralandığını haber alınca, köyleri aramaya başlıyorlar. Baskın üstüne baskın yapıyorlar. Fakat yaralı Tahsin bir türlü bulunamıyor.

Arkadaşları Tahsin’ i alıp Yunanlıların bilmediği bir dağ köyüne İnova’ ya götürüyorlar. Orada bir kadının evine yerleştirip yarasını sarıp tedaviye başlıyorlar, fakat Tahsin’ in yarası kocakarı ilaçları ile iyi olacak türden değil. Birkaç gün içerisinde kangren oluyor ve Tahsin orada ölüyor.

Tahsin’ in ölümü çetede bozgun yaratmadı, çingene Ali derhal başa geçti. Kardeşi Osman da gözü pek, cesur, yılmak nedir bilmez bir delikanlı idi.

Çingene Ali çetesi yunana musallat olmuş, yunan bölüklerini haraca kesmeye başlamış, göz açtırmıyor. Sürekli baskın yapıyor, onlara rahat vermiyordu.

Yunanlılar kuvvet toplayıp çeteyi takibe başlayınca, çete Lapseki tarafına geçerek köylere dağılıyordu.

Köylü yunana rahat vermeyen bu adamları saklamakta, her ihtiyaçlarını temin etmekte tereddüt etmiyordu.

Yunan kumandanı, Ali çetesinden çok korkuyordu;

Bir gün kumandan, Ali’ nin karısını yakalatıp hapsetti, bunu duyan Ali hemen yerli rumlardan Dafli’ yi kumandana gönderdi.

“söyle kumandana, üç saate kadar karımı göndermezse, kendini yok bilsin”

Bu ültimatomdan korkan kumandan, kadını hemen serbest bıraktı.

Sonunda çaresiz kalan yunanlılar, İngilizlere başvurmak zorunda kaldılar.

“bizi bu çetenin elinden kurtarın!”

İngiliz işgal kuvvetleri kendi bölgeleri dışındaki bir bölgede doğrudan doğruya, harekete geçmeyi uygun bulmadılar. Fakat Yunanlıların ısrarı karşısında da tarafsız kalamadılar. Anzavur’ a baş vurup, çingene Ali çetesinin imha edilmesini istediler.

Bu emri alan Anzavur, harekete geçti. Önce Ali’ ye haber gönderdi, sonra korkutmaya başladı, ardından takibe çıktı.

Ali çetesi, iki düşman arasında kalmıştı. Bir yandan yunanlılar, diğer taraftan Anzavur sıkıştırıyordu. Ancak onlar yılmıyorlar, fırsat kollayıp yunanlıların üzerine çullanıyorlardı.

Yeniçiftlik’ de bulunan Mehmet çetesi de fırsat buldukça Ali’ ye yardım ediyordu. Çetelerin hücum ve baskınlarından son derece çaresiz kalan yunan komutanı bir gün Anzavura gider ve her ne pahasına olursa olsun, bu iki çetenin ortadan kaldırılmasını ister.

Bunun üzerine Anzavur tellal çıkarır;

“çingene Ali ile Yeniçiftlik’ den Mehmet’ in kellesini getirene beşyüz lira verilecektir!”

Bu ilan iki çetede de müthiş bir Anzavur düşmanlığı yarattı. Düşmana yaranmak için vatandaş kellesi isteyen bu adama karşı herkeste büyük bir kin oluştu.

Hele çeteleri iyice kudurttu, bunun üzerine Değirmencik’ te kendi halinde oturmakta olan Arnavut Rahman çetesiyle öteden beri Anzavur’ a düşman olan ve onu ortadan kaldırmak fırsatını kollayan Karabiga’ lı Halit bey de kışkırtılıyordu.

1337 Mayıs’ ı, Milli ordunun yunanı ikinci İnönü meydan muharebesinde yenilgiye uğrattığı günlerde idi.

İstanbul’ dan Karabiga’ ya gelen bir savaş gemisinden, İngiliz generali, Karabiga ve Biga işgal komutanlarını Karabiga’ ya çağırdı.

Kırmızı otelin bir odasında önemli bir toplantı yapılıyordu. Anzavur’ da bu toplantıya davet edilmişti.

Toplantıda, Türk-yunan cephesi konuşulurken, Anzavur, odada bulunan İngiliz komutanına;

“ikiyüz elli bin kişilik yunan ordusunu benim emrime verirseniz, ayrıca içeriden de yapacağım bir teşkilatla Ankara hükümetini dağıtırım” demiş.

Bu sözü yüksek sesle söylerken orada hizmet edenlerle, Türk tercüman subayı da, bunu bir sır olarak Karabiga’ daki çiftlik sahibi vatanseverlerden Halit bey ve arkadaşlarına gizlice haber vermişti.

İşte o tarihten itibaren Halit bey, gizli çalışmaya başladı. Anzavur’ un bu sözü üzerine, o ay içinde gelen İngiliz savaş gemisi limana demirlemişti.

O günlerde Karabiga jandarma takım komutan vekili de Anzavurcular tarafından gece şehit edilmiş. Gemi komutanı Anzavur’ u da Karabiga’ ya çağırtmıştı. Gemide önemli bir toplantı yapılacak, mühim kararlar alınacaktı.

Halit bey Anzavur’ un Dereköy’ den Karabiga’ ya geleceğini, yine tercümandan haber aldı.

Kendi halinde, kendi aleminde hayat sürer gibi, sessiz sedasız yaşamakta olan Halit beyden ne yunanlılar, ne de İngilizler şüphe etmiyorlardı.

Anzavur’ un yola çıktığını haber alır almaz, Halit bey Değirmencik’ deki Arnavut Rahman çetesine haber gönderdi.

Buluştular ve mükemmel bir plan hazırladılar. Anzavur’ u pusuya düşüreceklerdi. Rahman çetesi sabaha karşı Karabiga yolunda yürümeye başladı. Yunanlılarla girdiği son çatışmada çingene Ali çetesinin bozulduğunu duyan Yeniçiftlik’ li Mehmet ve arkadaşları da Ali’ yi bulmak ve tekrar yunanlılara baskın yapmak amacıyla, Karabiga yolu üstündeki Adliye köyüne gelmişti.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir