Tarih Kitaplığı

Milli Mücadeleye Karşı Anadolu İsyanları “(Ahmed) Anzavur İsyanı” _ IV.BÖLÜM

Bu durumu kaymakam ve savcı dahil herkes biliyordu, icrada ve mahkemelerde iş kalmamıştı. Emval-i gayri menkule davası da evvela orada halledilir, sonra oradan alınan karar ve direktifle tapu dairesine gidilerek resmi formalite tamamlanırdı.

İdare amirleri ve adliye memurları Kara Hasan’ a bu kadar ileri gidilmemesini, bu halin hükümet otoritesine aykırı olduğunu, hem halk nazarında hükümetin kötü vaziyete düştüğünü, anlatarak rica ediyorlardı.

Fakat Kara Hasan kendisini haklı gösteriyor:

“ben bu kadar adamı neyle besleyeceğim, öyleyse bizim geçinmemiz için siz de bir formül bulun” diyordu. Kurnaz eşkıya bir türlü köylerine ve işlerinin başına gitmiyordu. Çünkü hepsinin hukuku şahsiyeye taalluk eden vukuatları vardı.

Çınarköprü köyünden Çeçen Süleyman ağanın ailesi yanında, akrabalarından Bilal isminde yüksek tahsilli bir genç oturuyordu. Sözde birisinin bu gençte alacağı varmış, çete arasından birkaç kişi tahsile gidiyorlar, uyanık, kanundan anlayan bu adam:

“sizde kim oluyorsunuz? Benim borcum varsa, alacaklı mahkemeye gitsin” diyor. Genci dövmek istiyorlar, o da mukabele ediyor. Zavallı genci çekip mavzerle vuruyorlar. Bu arada aileden bakire bir kız Bilal’ i kurtarmak istiyor, bir kurşunda ona atıyorlar, iki genç bir alacak davası yüzünden ölüp gidiyor.

Adliye alelusul tevkif müzekkeresi düzenliyor, jandarmalar bu adamları yakalıyor ve gizlice savcılığa teslim ediyor. Savcılıkta cezaevine gönderiyor. Ertesi gün Kara Hasan’ la Suphi bey tüfekleri omuza asıp doğruca savcının odasına gidiyorlar ve kendisine:

“bizim arkadaşları jandarmalar getirmiş, siz de hapsetmişsiniz. Herhalde bir yanlışlık yapmış olacaksınız, şunları çıkarın, bize teslim edin, onların cezasını biz veririz” diyorlar.

Savcı:

“ bunlar iki kişinin ölümünden suçlu bulunarak tevkif edildiler.” Deyince, çeteciler savcıyı tehdit ediyorlar:

“öyleyse akşam karargaha gelmeye mecbursunuz, yoksa dağa çıkarız” derler. Bunun üzerine suçlular serbest bırakılıyor.

Biga adliyesinin semtine, bu olaydan sonra kimse uğramıyor. Karar vermekten aciz olduğu kadar verdiği kararları uygulayamayan adliyeye kim başvurur? Boş yere kim vakit kaybeder?

Halkın milli terbiyesi noksan olduğu kadar, okuması, yazması da yoktu, çoğunluk tamamiyle cahildi. Cahil halk kavgasını, nizamı hallettirmek, hakkını istemek için o haydut yuvasına koşuyor, çete de haklı haksız, kara kitaba bakıp olur olmaz hükümler veriyor, fakat her müracaatçının derdi vakit geçirilmeden hallediliyordu.

Haydutlar bu kadarla da kalmadılar. Çete efradından elli kişinin otuzar lira maaşla kır bekçisi tayin edilmelerini istediler. Her biri bir köye gidecek ve orada şu olacaktı:

-köylüden para toplayacaklar ve bu paraları aralarında paylaşacaklardı. Artık hükümete yük olmayacaklardı. Bu teklif hükümete cazip geldi, bu haydutlar ihtiyaçları olan parayı bu şekilde toplarlarsa edepsizlikleri, taşkınlıkları biraz yatışır, durulur, diye düşünüldü ve kanunun kır bekçileri maddesine dayanılarak haydutların istekleri yerine getirildi.

Artık bu kır bekçileri kendi ayrıldıkları bölgelerdeki köylerden aydan aya tahsilata başladılar. Ve tabii olarak bu işi de namus dairesinde yapmadılar ve işi zoraki haraca bağladılar.

Zengin bir köye düşen haydut, kanunu hiçe sayarak şöyle düşünüyordu:

“Bu köy zengin bir köydür, ada yalnız otuz lira değil, pek ala altmış lira verebilir.” Deyip, bunun arkasından şifahi ilamı çıkarıyordu.

Yüz yirmi altı lira vereceksiniz. Olmaz mı? Vur sopayı öyleyse.

Köylerde dayak ve falaka fasılları başladı. Hele aralarına kürtlerle, Suphi bey de katıldıktan sonra zulüm ve işkence daha da arttı. Biçare köylü bu haydutların elinde adeta esirdi. Artık rahat gezemiyor, rahat yiyip içemiyor, hatta parasına, sözün tam manası ile sahip olamıyordu.

MİLLİ TEŞKİLATA DOĞRU

Mustafa Kemal Paşa’ nın Milli Teşkilata ait verdiği emirler her tarafa yayılmaya başladı. Mütareke hükümleri gereğince İstanbul’ da kırk bin Fransız, otuz beş bin İngiliz, iki bin Yunan, dört bin İtalyan askeri bulunuyordu.

(Atatürk: Nutuk ilk baskı, Sayfa 245)

Karabiga’ da asker olarak bir topçu taburu ve Çanakkale’ de ise hem bahriye, hem de kara askeri mevcuttu ve yine bu hükümlere göre Karabiga bir İngiliz yüzbaşısının idaresi altında idi.

Her yerde Milli Teşkilat yapılarak Müdafaai Hukuk Cemiyeti kurulmasını tavsiye eden Mustafa Kemal Paşa’ nın emirleri, kulaktan kulağa, ağızdan ağıza, yayılmaya başlayınca, bütün Anadolu’ da çeşitli cereyanlar başladı.

Mütareke durumunun kargaşalığından faydalanıp, başı boş, keyfine buyruk yaşayan, ortalığı haraca kesen, menfaatlerini memleketin parçalanmasında bulanlar, kötü propagandaya başlayıp, iyi niyetlileri de şüphe ve tereddüte düşürmenin çaresini buldular. İleri sürülen iddialar şunlardı:

1-İstanbul İngiliz ve Amerika işgali altındadır.

2-Anadolu’ nun bir kısmını Fransızlarla İtalyanlar tutmaktadır.

3-İzmir’ e yunanlılar çıkmıştır.

4-Ortada ordu yoktur.

Bütün bunlar göz önüne alındığında, Mustafa Kemal Paşa’ nın verdiği emirler boştur ve padişaha isyan mahiyetindedir.

Memleketin acıklı halini görüp yürekleri yananlar, memleketteki zabıtasızlığı, adliyesizliği görüp gözyaşı dökenler, düşman çizmesi altında inleyen memleketin, her ne pahasına olursa olsun bu badireden kurtulmasını canı gönülden isteyen aydınlar da, Mustafa Kemal Paşa’ yı destekliyorlardı.

Onlar da halkın Mustafa Kemal Paşa’ nın emirlerine uyarak bir Milli Teşkilat kurulmasına çalışıyorlar, halkı bu konuda teşvik ediyorlardı.

BİGA’ DA İLK MÜDAFAAİ HUKUK TEŞKİLATININ KURULMASI

İşte, Anadolu’ nun her tarafında olduğu gibi Biga’ da da Müdafaai Hukuk Cemiyetinin kurulması bir zaruretti. Fakat buna ön ayak olacak görünürde kimse meydana çıkmıyordu. Bunun önemli nedenleri vardı:

1-kaza dahilindeki Türk, çerkes, pomak gibi çeşitli milletlerden meydana gelen şımarık çetelerin mevcudiyeti ve onları ellerinde alet olarak kullanan ve her fenalığı yaptırmaya muktedir bulunan çıkar çevreleri.

2-Biga’nın bir ırk ve millet halinde olmayıp, gayri mütecanis halklardan müteşekkil olması.

3-ilçenin coğrafi durumu itibariyle, İstanbul ve Çanakkale’ deki İngilizlerin daimi tehdidi altında bulunması.

4-bu sıralarda Anzavur’ un Gönen ve Susurluk mıntıkalarındaki gizli faaliyeti.

(Müftü Hamdi bey, Kara Hasan çetesini, Balıkesir’ deki Kazım bey’ in – Kazım Özalp – teklifi üzerine 300 kişilik bir kuvvetle o mıntıkalara sevketmişti).

Hal ve durum bu şekildeyken, Miralay Kazım bey, bu hususu mütemadiyen telgraf göndererek sıkıştırıyor, kaymakam bu emirlerin korkusu ile bocalıyordu. Nihayet kaymakam teşkilatın kurulmasını, bu işin tek ehli ve sahibi olarak gördüğü ilçe müftüsü Ahmet Hamdi Erdem’ e rica ediyor ve ondan ısrarla istiyor.

Zavallı kaymakam bunu bir memleket işi olarak yaparken, kendisinin kötü bir akıbete sürüklenmesinden korkuyordu.

Nihayet müftü bu teklifi medeni bir cesaretle kabul etmişti. Birgün memleketin ileri gelenleri ve oldukça kalabalık ve kalbur üstü halk belediyede toplandı, Mustafa Kemal Paşa’ nın ve Miralay Kazım beyin telgraf emirleri okundu.

Müftü Hamdi bey kürsüye gelerek, memleketin o günkü durumunu ve nezaketini izah etmiş, Mustafa Kemal Paşa’ nın emirlerini yerine getirerek bütün Anadolu’ nun iştirake karar verdiği bu İstiklal Savaşına kendilerinin de katılması zaruretini belirtmişti. Orada Türk, çerkes, Boşnak, çeçen, kumuk, pomak gibi her çeşit halktan insanlar vardı.

O sırada hatırı sayılır çerkes ileri gelenlerinden bazıları Afganistan’ ın siyasi durumunu da ileri sürerek şöyle bir mütalaa da bulunmuşlardı:

Bugün padişah mevcutken ve şeyhülislam Sabri efendi gibi ulema da padişahın yanında iken, Mustafa Kemal Paşa’ nın emriyle bu memlekette böyle bir teşekkül olamaz. Bu padişaha isyan demektir. Memleketi felakete sürükler…

Bu çatlak sesleri orada bulunanların çoğunluğu reddetmiş ve bu mütalaa sakattır, sesleri yükselmiş, onları susturmuştu.

Bu itirazlara baskı yapan ve oradakilere cesaret veren bir kuvvet vardı, o kuvvet, o gün bu işin yapılması için mühim bir varlıktı. O da altmış kişilik ve icabında üç yüz altmış kişilik Kara Hasan çetesinin kuvvetiydi ki:

O, müftüye bu hususta destek vadetmişti. Kara Hasan onu çok sayardı. Müftü, Kara Hasan’ ın bu yardımını daha evvelden temin etmiş ve bu işe öyle atılmıştı. O günün siyasetine göre Kara Hasan kuvvetiyle mühim ve göz ardı edilemez ihtiyaçtı.

İstiklal harbinin çekirdeğini teşkil eden ve Yunanlılara karşı muntazam ordu teşkiline kadar, ağır darbeler indiren, birinci dünya savaşının son yıllarında dağlara çekilen ve eşkıya adını alan bu efelerdi. Şayet Kara Hasan da o sıralarda idare edilebilseydi, ondan  da büyük faydalar sağlanabilirdi. Çünkü kendisi, karakteri itibariyle mert ve fenalığa meyli olmayan bir kimse idi. O günün ateşli idarecileri bu kuvveti kullanamadı.

Hatta Kara Hasan müftüye:

“korkma, bu memleketi gavurlardan kurtarmak için icap ederse her çeşit kuvvetle çarpışa çarpışa Mustafa Kemal Paşa’ ya kadar gideceğiz” demişti. Müftü, işte onun bu sözlerine güvenerek ileriye atılmıştı.

O gün belediyede uzun münakaşalardan sonra ekseriyetin tensibi ile reisliğe müftü Hamdi bey, azalıklara da Hacı Zakir efendi, Mehmet ağa, Hafız Abdullah, Hüseyin bey, Dızman Ahmet ağa, gibi zatlar seçilmiş ve fiilen Müdafaai Hukuk Cemiyeti teşekkül etmişti. ( 10 Eylül 1335)

Bu teşkilatın işe başlayarak yürümesi için pek tabii paraya da ihtiyaç vardı. Bunda fevkalade müşkülata maruz kalınmakta idi. Diğer icraat kısımlarında da Milli Teşkilata karşı olanlar tarafından türlü zorluklar çıkarılıyordu. Zecri hareketler yapılması lazım geliyordu. Bu işlerin her bakımdan düzeninde yürümesi, cepheye silah, cephane, asker yardımlarının hazırlanması için daha selahiyetli ve icra kuvveti olan elemanlar lazımdı. Müftü Hamdi bey bunu Miralay Kazım beye bildirmişti.

EDREMİT KAYMAKAMI HAMDİ BEYİN GELİŞİ

Günlerden birgün Edremit kaymakamı Hamdi bey maiyetindeki kırk atlı ile Biga’ ya geldi, belediye dairesine yerleşti.

Hamdi beyin yanında Drama’ lı Ali Rıza bey ve Bandırma’ lı Kani bey de vardı. Bu iki zat da çok kıymetli teşkilatçı insanlardı. Her ikisi de fevkalade cesur, gözü pek arkadaşlardı.

Bu üç teşkilatçı kaymakamla görüştüler, sonra memleketin ileri gelenlerini belediyeye çağırdılar, memleketin durumunu gözden geçirdiler, konuşulanlar kısaca şunlardı:

1-Yunanlılar bütün memleketi işgale hazırlanıyorlar.

2-Memleket taksim edilecektir, bunun önlenmesinin tek çaresi, milletin elele verip yeni bir ordu kurmasıdır.

Hamdi bey:

“arkadaşlar” dedi, “ilk işimiz Yunanlıları topraklarımızdan çıkartmak olmalıdır, ordunun başına Mustafa Kemal Paşa geçecektir, Paşa’ yı bütün imkanlarımızla desteklemeliyiz, ben buraya düşmana karşı koyacak teşkilatı kurmaya geldim, sizlerin yardımını istiyorum”

Hamdi bey ilk icraata silah toplama emri ile başladı. Bu emir çok şiddetli ve kesindi. Her şeyden önce silah ve cephaneye ihtiyaç olduğundan, Hamdi bey ilk iş olarak bunları toplamak yoluna girdi. Halk elinde bulunan silah ve cephaneyi hükümete ve askerlik şubelerine teslim edecek, etmeyenler hem para, hem de hapis cezasına çarptırılacaklardı.

Hamdi bey şüphe edilenlerin evlerinin aranacağını da ilan etti. Köylerde tarama yapılacağından halkın silah ve cephane gizlemeye kalkmaları beyhude olurdu. Esasen vatanın kurtulması uğruna halkın silahını seve seve kendiliklerinden vermeleri bir vazife, hem de mukaddes bir vazife idi.

Bu ilan ve teşvik semeresini gösterdi. Binlerce kişi hergün hükümet ve askerlik şubelerine akın ederek silah ve cephanesini teslim ediyordu.

Hamdi bey kuvvetleri de köylerde devriye geziyor, halkı, silahını teslime teşvik ediyor, asker kaçaklarına teslim olmaları için teminat veriyordu.

“korkmayın hiç çekinmeden silah ve cephanelerinizi teslim edin, affedildiniz, size hiçbir fenalık gelmeyecektir”.

Bu sayede asayiş de nisbeten temin edilmişti.

KARA HASAN ÇETESİNE BASKIN

Hamdi bey ve kuvvetlerinin bu icraatı sürüp giderken Kara Hasan çetesinin durumu ne olacaktı?

Haydutlardan oluşan kır bekçileri grubu ellerinde silah, köylerden para toplamaya devam edecekler mi?

Onlar silahlarını teslim etmeyecekler miydi?

Milli Teşkilatı kurmaya Hamdi bey memur edildiğine göre onlarında silahlarını teslim etmeleri gerekiyordu. Buna karşı hazır cevaplar:

“bir kümeste iki horoz ötmez” diyorlardı.

Bu iki kuvvetten biri lav edilmeliydi, Kara Hasan’ ın adamları kulakları kirişte etrafı dinliyorlar, Hamdi beyin icraatına diş biliyorlardı. Ellerinden gelse Hamdi beyle adamlarını bir kaşık suda boğacaklardı. Fakat ne çare ki Hamdi beyi hem hükümet, hem de köylü tutuyordu. Bütün halkın Hamdi beyin verdiği emirleri harfiyen yerine getirmesi, haydutların gözlerinin yıldırılması şarttı.

Hamdi bey işi tam bir düzenle yürütüyor, sessiz sedasız mükemmel bir seferberlik yapıyordu. Bu durum karşısında Kara Hasan çetesinin gösterişini muhafaza ve silahını vermemeye çalışmaktan başka yapacağı şey yoktu.

Hamdi bey de Kara Hasan çetesine el sürmedi, silahlarını almak için onlara zor kullanmadı. Bunun aksine onlardan yardım istedi.

Haydutlara şu telkini yapıyordu:

“memleketin kurtulması yolunda el birliği edip beraber çalışmalıyız”

Fakat Kara Hasan hiç oralı olmuyordu:

“benim hükümete itimadım yok, ne size silahımı veririm, ne de işime karıştırırım”

Ve böylece kır bekçiliği adı altında köylüyü soymaya devam ediyordu.

Bir müddet bu duruma göz yuman, haydutları nasihatle yola getirmeye çalışan Hamdi bey, bundan bir şey çıkmayacağını anlayınca, meseleyi kökünden halletmek için hükümetle temasa geçti.

Bu adamlar üzerine bir baskın hareketi yapılması, ele geçenlerin hapis, dışarıda olanların da şiddetle takip ve imha edilmesi hususunu kaymakamla görüştü. Bu hususta kati karar verdikten sonra, baskın gününü tesbit için jandarma komutanıyla görüşmesi bildirildi.

Baskın bir hafta sonra bir cumartesi günü yapılacaktı. Fakat kasaba içerisinde uzunca bir müsademe olduğu takdirde halk zarar görmemeliydi. Ancak her ne pahasına olursa olsun artık bu bir zaruretti, bu adamları temizlemek lazımdı.

Hamdi bey bir sürü icraat yaparken, Kara Hasan halkı kışkırtıyor, silah ve cephane vermemeye teşvik ediyordu. Halka:

“korkmayın icabında ben işe karışırım” diyordu.

Kara Hasan bu kötü propagandalara devam ede dursun, Hamdi bey baskına hazırlanıyor, Kara Hasan ve avanesini gözlüyordu.

Hamdi bey kuvvetlerine katılmak üzere dış karakollarda ne kadar işe yarar, eli iyi silah tutan jandarma varsa, birer bahane ile merkeze yerleştirdiler.

Baskın şöyle olacaktı: Cumartesi sabahı Kara Hasan’ la Suphi beyi ve çetenin erkanından Halil çavuşu, Hamdi bey belediyeye çağıracak;

“Çan pazarında Osman efendi Milli Teşkilata girmek istemiyor, hep beraber Çan pazarına bir baskın yapalım” diyecekti. Halbuki Osman efendi, kuvvetli milliyetçiydi.

Kara Hasan yine teklifi reddedince Hamdi bey kızacak:

“öyleyse haydi çıkıp gidin” diye bağıracaktı. Ondan sonrası içinde tertibat alınmıştı.

Karşı odada Rıza beyle iki arkadaşı saklanacaklar ve üç haydut Hamdi beyin odasından çıkınca silahları göğüslerinde bulacaklar ve derhal bileklerine kelepçeler geçirilecekti.

Bu sırada Kani bey de emrindeki kuvvetlerle haydutların karargahı olan hanı basacak, diğer kollar da çarşıda ve kahvede bulunan perakende eşkıyayı yakalayacaklardı. Plan aynen bu şekilde tatbik edildi. Kara Hasan, Suphi bey ve Halil çavuş belediyeye geldiler, Hamdi bey kendilerine Çan baskınını teklif eder etmez, Kara Hasan köpürdü:

“siz bize emredemezsiniz, eğer ısrar ederseniz tüfeklerimizin namlusu ile cevap veririz” dedi.

Hamdi bey bunları kovdu, üç haydut odadan çıkar çıkmaz, Drama’ lı Rıza bey ve arkadaşlarının Barabellum tabancaları ile karşılaştılar.

Rıza bey: “teslim olun” diye haykırdı, üç haydut bakıştılar, teslimden başka çare göremediler.

Rıza bey devam etti: “kıpırdayanı gebertirim” Hasan, vaziyetin şakaya tahammülü olmadığını anladı. “ teslim” dedi.

Haydutların silahlarını aldılar, ellerine kelepçeyi vurdular. Yalnız Kara Hasan, Rıza beye “ bana kelepçe vurma” diye rica etti. Rıza beyde Kara Hasan’ ın bu teklifini yerine getirdi ve onu cezaevine kelepçesiz gönderdi.

Bu işi bitiren Rıza bey grubu, Kani beye yardıma koştu. Karargahı basan Kani bey, handa pek az insan bulmuştu. Onlarda karşı koymadan vukuatsız teslim oldular. Yalnız kürt Bekir çavuş, Rıza beye silah atmış, aynı surele mukabele görüp yaralı olarak ele geçirilmişti.

Çarşı ve kahvedekiler de toplanıp hepsi cezaevine konulduktan sonra handaki sahte hükümet derdi ortadan kalktı, halk da rahat nefes aldı.

Ancak cezaevindekilerin hüviyetleri tesbit edildikten sonra kürt Mehmet çavuş, Abdullah, Göktepe’ li Şaban, Yeniçiftlik’ den Mestan gibi birkaç azılının yakalanamadığı anlaşıldı.

Rıza bey tahkikata koyuldu. Kürtlerin Gündoğdu köyüne, diğerlerinin de kendi köylerine sığındıklarını öğrenip, onların takiplerine bizzat kendisi çıktı. Bir kısmını yakalamaya muvaffak oldu, bir kısmı da Kara Hasan’ ın hapsedildiğini duyup kendileri teslim oldular. Fakat daha yedi kişi serbestti, bir türlü ele geçmiyorlardı.

Takipten dönen Rıza bey, bir gece Suphi beyi, Çınardere köyünden Bilal efendiyi ve Süleyman ağanın kızını öldüren Dimetokalı Mustafa’ yı cezaevinden alıp çay kenarına götürüp ikisini de oracıkta temizledi.

Kara Hasan’ ların hapsedilmeleri, handaki karargahın dağıtılması, Suphi ve Mustafa’ nın öldürülmeleri, civar köylerde inanılmaz bir haberdi. Duyan köylü ilçeye koşuyor, sorup soruşturuyor, bütün bunların hakikat olduğunu kulağı ile duyduktan sonra köyüne gidip müjde veriyordu. Köylü memnundu, köylünün artık yüzü gülmüştü. Halk kır bekçilerinden ve onlara haraç vermekten kurtulmuştu.

Artık Hamdi beye herkes minnettardı, insanlar ondan saygı ve sevgi ile bahsediyordu.

Gönen mıntıkasında da Çerkes Ethem ve kardeşleri tarafından Milli bir teşkilat kurulmakta olduğu haberleri yayılmaya başladı.

O sırada Çanakkale vilayetinin durumu şöyleydi:

Mütarekeden sonra vilayet Lapseki’ den Çanakkale’ ye intikal etmişti. Şehir, İngiliz kuvvetlerinin işgali altındaydı. Tabyalardaki ağır toplarımız dinamitle tahrip ediliyor, mevcut silahlar toplanıp depo ediliyordu. Akbaş iskelesindeki silah depomuz Fransızların nezareti altına verilmişti.

Mütareke komisyonu Çanakkale’ de çalışıyor, İngilizlerle temas ederek mütareke şartlarını yerine getiriyordu. Mutasarrıf, milli kuvvetlere yardım edemiyordu. Kurulmakta olan Milli Teşkilata el uzatamıyordu, buna rağmen jandarma subay ve eratı arasında bir kaynaşma göze çarpıyordu. Subaylar erata milli mücadele hakkında öğütler veriyorlar, bu mücadelenin ne olduğunu ve nasıl olacağını anlatıyorlardı. Tabur kumandanı binbaşı Ali Rıza bey de şuradan buradan tek tük rütbesiz jandarmaları silahları ile kaçırıp Biga’ da topluyordu.

İngilizler geceli gündüzlü Çanakkale’ de kuvvetli devriyeler gezdiriyorlardı. Bütün şehri makinalı tüfekle kuşatmışlardı. Bu, Kuvvayi Milliyenin baskın korkusundan ileri geliyordu. Çanakkale jandarma taburunu mütareke şartları gereğince bir Fransız yüzbaşısı denetlemekteydi. Mösyö Bonsey adındaki bu yüzbaşı daha evvel Ali Rıza beyle beraber Karabiga’ yı da teftiş sebebiyle gezdiğinden bu havaliyi iyi biliyordu. Rıza beyle çok iyi dostlukları vardı.

Devam edecek…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir