- Dünya savaşının son döneminde (1915-1916) Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf devletleri arasında hem karada hem de denizde yapılan bir savaş olmasına rağmen,
Azmin, İnancın ve Cesaretin mücadelesidir, Çanakkale savaşı…
Bu savaşın amacı, hasta adam olarak gördükleri ancak içten içe hep bir tehdit olarak kabul edilen Osmanlı imparatorluğunu ortadan kaldırmak, İstanbul ve Çanakkale boğazlarına hakim olmaktır.
Boğazların hâkimiyetinin, İtilaf devletlerinin Rusya’ ya destek yollamasını kolaylaştıracağına ve bu durumun İtilaf devletlerine güç kazandıracağına inanılıyordu.
Almanya ile arasındaki askeri bağı güçlü olan Enver Paşa, Alman hükümeti ile anlaşma sağlanması için elinden geleni yapmış ve bu çabası sonucunda da Almanlarla anlaşma imzalamaya muvaffak olmuştu.
Mali ve idari yetersizliklerden iyice güçsüzleşen Osmanlı İmparatorluğu, savaşta safını belli etmesinin ardından büyük bir endişe içine girmiş,
”Ya boğazlar ele geçirilirse o zaman ne minare kalır ne de kubbe” sözü, dönemin hükümetinin duyduğu endişenin kaynağı olmuştu.
Boğazların olası bir işgali sonrası doğacak sonuçlardan en önemlisi İstanbul’ un işgali olurdu!
İstanbul’ un işgal edilmesi demek, Osmanlı İmparatorluğunun derinden yaralanması anlamına geldiğinin farkında olan hükümet,
Halka, bir şey belli etmeden kendi içerisinde yardım kampanyası adı altında İstanbul’ daki çeşitli kişilerden toplam 148.956 kuruş, Musul’ dan 25.000 kuruş ve Çankırı halkından da 2.000 kuruş yardım toplamıştı.
Toplanan bu paralar önce “ Kahraman Mehmet Çavuş” için toplandığı söylenerek halka duyurulmamış, zaten hem maddi, hem manevi olarak zor durumda olan halkın daha da kötüleşmesi istenmemiş, bu durum ilerleyen dönemde ilan edilecek seferberliğe kadar gizlenmişti.
Ancak cephede durum hiç de öyle değildi, Türk Askeri, değil silah, cephede yiyeceği bir kuru ekmeğe ve giyeceği temiz bir kıyafete muhtaç haldeydi.
Hal böyle iken imparatorluk sınırları içerisinde seferberlik ilan edilmiş, eli silah tutabilen erkekler cepheye giderken, Türk kadınları hem cephede hem de cephe gerisinde üzerine düşeni fazlasıyla yapıyordu.
Sağlık hizmetlerinin karşılanmasında, cephedeki askerlerin giyecek ihtiyaçlarının karşılanması için çeşitli cemiyetler ile işbirliği yapıyor,
Cephede savaşan Mehmetçiğe yardım için dişini tırnağına takarken, diğer tarafta, cephedeki Mehmetçiğin durumu gittikçe kötüleşiyordu.
Düşman dört bir yandan hücuma kalkıyor, askeri ve lojistik açıdan tam anlamıyla üstün düşman kuvvetleri karşısında, sayılı teçhizat ve askeri bakımdan bir çok cephede savaşmaktan yorulmuş, sayıca azalmış, Vatan toprağını ve Namusunu savunurken az sonra şehit düşeceğini bildiği halde “Vatan sağolsun” diyerek savaşıyordu.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, savaşın ardından o günleri şöyle özetliyordu, “Karşılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekilerin hiç birisi kurtulamayacağını bilerek süngü hücumuna kalkıyor.
İkinci siperdekiler yıldırım gibi onların boşalttığı siperlere giriyor.
Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz. Bomba, şarapnel, kurşun yağmuru altında silah arkadaşının şehadetini görüyor, birkaç dakika sonra kendisinin de düşeceğini biliyor ve en ufak bir tereddüt bile göstermiyor.
Okuma bilenler Kuran-ı Kerim okuyor ve Cennete gitmeye hazırlanıyor, Bilmeyenler ise, Kelime-i Şahadet getiriyor ve ezan okuyarak yürüyorlar, Sıcak cehennem gibi tepelerinde, yirmi düşmana karşı her siperde bir nefer süngü ile çarpışıyor.
Ölüyor, öldürüyor, İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren, dünyanın hiç bir askerinde bulunmayan, tebrike değer bir örnektir.
Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebelerini kazandıran bu yüksek ruhtur.”
Mustafa Kemal, Savaş başladığında Bulgaristan’ın başkenti Sofya’ da askeri ateşe iken, İstanbul’ a Harbiye Nezaretine başvurarak cephede aktif görev verilmesini ister.
Bölgeyi balkan harbi yıllarından iyi bildiği için atacağı stratejik adımlar ile savaşın seyrini değiştirecektir. Mustafa Kemal’ in, düşmanın ilk çıkartma yapacağı yeri önceden tahmin ederek hareket etmesi, savaşı daha en başından lehimize çevirmişti.
O nun, öngörüsü ve bilgisi sayesinde aldığı kararlar ve gerçekleştirdiği stratejik hamleler, ordu komutanı General Liman Von Sanders’ in yaptığı vahim hataları başarıya taşımakta etkin rol oynamış.
10 Aralık 1915 gününe kadar Mustafa Kemal, 19. Tümen’ e ve Anafartalar Grup Komutanlığına Albay rütbesiyle komutanlık yaparken gösterdiği üstün başarılardan sonra halk arasında “Anafartalar Kahramanı” olarak anılacaktır.
Savaşın başladığı 18 Mart 1915 günü İtilaf donanması, 380 milimetrelik toplara sahip adeta yenilmez kalelere benzeyen büyük ve güçlü savaş gemileriyle Çanakkale boğazına girdiğinde, Osmanlı elindeki çoğu eski olan, çapları ve menzilleri düşük toplarla düşmana karşılık vermeye çalışıyordu.
Ancak hesaba katılamayan bir şey vardı ki, o da Türk topçusu, kısıtlı cephaneye rağmen oldukça isabetli atışlar gerçekleştiriyor, düşman gemilerine aman vermiyordu.
Savaşı kazanacağından emin itilaf devletleri donanması, kendilerini bekleyen kötü sürprizden henüz haberdar değildiler.
Nusret mayın gemisinin 18 Mart’ ın sisli ve yağmurlu sabahında döşediği 26 mayın, düşman gemileri tarafından tespit edilememiş…
O sıralarda İngiliz amirali artık zaferin kesin olduğunu, Osmanlı askerlerinin bitik olduğunu düşünerek Fransız filosuna emir vererek, 18 Mart günü bitirici hücumu gerçekleştirmek üzere 16 savaş gemisini harekete geçirmişti.
Nusret’ in mayınlarını dizdiği manevra alanına giren ilk gemi Bouvet 2 dakika içerisinde 600 kişilik mürettebatı ile boğazın sularında hızla gözden kaybolmuş.
Irresistable, Ocean, Yenilmez armada ve daha nicesi aynı şekilde ağır hasar alarak Çanakkale’ nin derinliklerine gömülmüştü.
Daha bir çok kaybın ardından Amiral de’ Robeck geride kalan gemilere çekilme emrini sinir krizine tutulmuş vaziyette vermek zorunda kalırken, Türk askerinin gücünü hafife almayı acı bicimde öğrenecekti.
Çünkü yanlış hamle yapılmış,
Böylelikle itilaf devletleri büyük kayıplar vererek elindeki savaş gücünün üçte birini kaybetmiş, Londra geri çekilmeyi kabul etmemiş ve tekrar taarruza geçinilmesini istemiş, ancak bu bilgi Amiral’ e iletilmemişti,
Amiral döşenen mayınların tahmin ettiklerinden fazla olduğunu düşünüyordu, oysaki döşenen mayınlar yalnızca stratejik bir şekilde döşenmiş elde kalan son 26 mayındı…
Hayatındaki ilk ve tek, büyük yenilgiyi tatmış olmanın üzüntüsüyle Churchill, 1930 yılında verdiği röportajda bu konu hakkında şöyle bahsediyordu
“Kemiklerini Fransa, Flandern, Polonya, Galiçya, Balkanlar, Filistin, Suriye ve Kuzey İtalya topraklarının örttüğü 6-7 milyon insan, düşmanlarının kurşun ve gülleleriyle değil, 18 Mart sabahı Çanakkale’ nin kuvvetli akıntısı altında, ağırlıklarına bağlı bulundukları tel halatları üzerinde gerili duran 20 demir kap yüzünden yok olup gitti.”
18 Mart’ da Türk topçusunun ve bahriye kuvvetinin omuz omuza vererek kazandığı Deniz Zaferi, Türk milletinin Trablusgarp, Galiçya, Filistin, Mısır, Bağdat ve Balkan savaşlarında uğradığı yenilgilerden gelen moral bozukluğunu ve üzüntüsünü bir nebze de olsa alıp götürmüştü.
Milletin cesareti ve azmi yerine gelmiş, o dönemlerde kaybedilen Kuvvâyi Milliye duygusu geri gelmişti. Bu durum Türk milletini 25 Nisan’ da gerçekleşecek olan büyük kara harekâtına hazırlamıştı.
Ancak kara harekâtında’ da istediklerini bulamayan itilaf devletleri yanıldıklarını anlayacak ve 9 Ocak 1916 tarihinde Atatürk’ ün dediği gibi;
“Tam manasıyla kaçtılar” sözünü doğrulayacak biçimde Gelibolu sahillerini terk edeceklerdi.
Türklerin yoktan var edişine, cesaretine, vatan sevgisine, stratejik zekâsına ve pes etmeyişine tanık olan bu savaşla birlikte, Osmanlı İmparatorluğu kesin bir zafer ilan ederken, bu savaş tarihe “18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi” olarak geçecek, “Çanakkale Geçilmez” sözünü doğrulayacaktı.
Bugün Çanakkale destanını yazarak bizlere bu gururu yaşatan, Büyük Önder, Başkomutan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ ü, Düşmanı Adalar denizinin derinliklerine gönderirken bile yüreği merhametle çarpan kahraman topçumuzu, Vatanın bu aziz parçasını kanlarıyla sulayan Aziz şehitlerimizi ve artık aramızda olmayan kahraman Gazilerimizi,
Saygıyla, Rahmetle ve Minnetle anıyoruz.
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE